Dünyada neredeyse her ay başka bir şehirde başka bir gastronomi etkinliği, forumu, ödül töreni açıklanıyor, her yıl “en iyi şef”ler sahneye çıkıyor. Artık yemek, teknolojiyle, veriyle ve PR’la iç içe. Lezzetin kendisinden çok, onun nasıl algılandığı, nasıl aratıldığı, nasıl tıklandığı önemli. Diğer açıdan ise akla gelen ilk soru şu: Ne alaka kardeşim!

1900’lerin başında Michelin adında iki kardeşin otomobil lastiği satmak için çıkardığı küçük kırmızı kitapçığın bugün hâlâ bu kadar büyük bir anlam taşıyacağını kim bilebilirdi? Michelin Rehberi’nin hikâyesi aslında tamamen ticari bir fikirden doğmuştu: İnsanlar ne kadar çok araba kullanırsa, o kadar lastik aşınırdı; o yüzden onları yola çıkmaya, gezmeye, konaklamaya teşvik etmek gerekiyordu. 1900’de André ve Édouard Michelin, içinde harita, tamirci adresleri, konaklama yerleri ve lokantaların bulunduğu ilk “Michelin Guide”ını yayımladılar. Lastik bayilerine ‘rotanızı değiştirecek kadar güzel lezzetler’ mantığı ile dağıttıkları bu rehberdeki “yıldız” kavramı ilk kez 1926’da ortaya çıktı, 1930’larda sistem üç yıldıza genişledi ve geri dönüşü olmayan bir ikon doğdu. Bir yıldız, yol üstündeki güzel ve lezzetli restoranlara, iki yıldız yolunu değiştirmeye değer restoranlara, üç yıldız da o lezzeti tatmak için yola çıkmaya değer restoranlara veriliyordu.
Yani aslında Michelin’in hikâyesi, kapitalizmin “tüketici rehberi” olarak başladı; ama 20. yüzyılın ortalarında gastronominin kutsal kitabına dönüştü. Bugün bir restorana verilen o küçük yıldız, sadece bir lezzet göstergesi değil; milyonlarca Euro’luk bir ekonomiyi, yüzlerce çalışanın kaderini belirliyor.
Michelin Guide, 1900
Ancak 21. yüzyılın ikinci çeyreğine yaklaşırken artık sahneye yeni törenler çıktı: Sadece otellere verilen yeni Michelin Key ödülleri, “The World’s 50 Best Restaurants”, Milano’da yapılan The Best Chef Awards, İstanbul’daki Gastromasa konferansları. Hepsi aynı haftalarda, aynı kıtada. Kimi yemekleri, kimi şefleri, kimi fikirleri ödüllendiriyor. Ama ortak bir yönleri var: Hepsi, gastronomiyi sadece mutfaktan ibaret görmüyor, bir endüstri, bir fikir pazarı olarak kurguluyor.
8 Ekim’de Paris’te ilk kez küresel ölçekte açıklanan Michelin Key ödülleri, rehberin tarihindeki en büyük yeniliklerden biri sayılıyor. Bu kez konu tabaktaki yemek değil, konaklamanın kendisi: otelin mimarisi, tasarımı, hizmet kalitesi, karakteri, hatta bulunduğu bölgeyle kurduğu bağ değerlendiriliyor. Müfettişler tıpkı restoranlarda olduğu gibi gizlice konaklayarak inceleme yapıyor. Üç seviyeli bu sistemde bir “Key” yani anahtar özel bir deneyimi, iki anahtar olağanüstü hizmeti, üç anahtar ise benzersiz, unutulmaz bir konaklamayı temsil ediyor. Böylece Michelin’in “seyahati teşvik etme” fikrine, bir de konaklama olarak dönülüyor. Yıldızlar sofrayı, anahtarlar ise kapıyı temsil ediyor.

