Uzun zamandır üniversitelerimizin gastronomi bölümlerinde ya da özel akademilerde ve kurslarda verilen eğitimlerde hep bir eksiklik olduğunu düşünürdüm. Daha doğrusu Fransa başta olmak üzere Batı’yı, teknikten terimlerine referans alan, çoğu zaman yücelten anlayış beni rahatsız ederdi.
Üzerinde yaşadığımız, ilk tarımın yapıldığı, zeytinin işlendiği, üzümün pekmeze, şaraba dönüştüğü on binlerce yıldır farklı kültürlere ev sahipliği yapmış bereketli toprakların mutfağının zenginliği, yemek yapma teknikleri hep ikincil kalırdı.
Bu nedenle hafta başında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hayata geçirilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan ve Bakan Yusuf Tekin’in katılımıyla amacı ve detayları açıklanan Türkiye Gastronomi Liseleri Projesi’nin tanıtım programında yapılan konuşmaların içeriği ve bakış açısı beni çok mutlu etti.
Türk mutfağının özünü yansıtan, etkileyici ve kapsamlı açılış konuşmasında Emine Erdoğan, “Binlerce yıllık tarih ve eşi benzeri görülmemiş bir kültür zenginliği ile iç içeyiz. Bu zenginliğin en görünür olduğu yerlerden biri de şüphesiz her yönüyle başlı başına bir cazibe merkezi olabilecek mutfağımız” dedi.
Türkiye’nin dünyaca tanınan yemekleri bulunduğunu ancak bunların koca bir derya içinde yalnızca birkaç damla olduğunu dile getiren Emine Erdoğan, “Ülkemizin her bir köşesinde, yerel ürünleriyle, pişirme teknikleriyle, kültürel unsurlarıyla ayrı bir gastronomi dünyası mevcut” olduğunun bir kez daha altını çizdi.
Ardından da “Topraktan tabağa uzanan zincirin halkalarını tarih, kültür, bilim, estetik, sanat ve şifa oluşturur. Bu mirasa sahip çıkmak, onu hak ettiği konuma taşımak hepimiz için hem bir ödev hem de bir vefa borcu. Türkiye’nin gastronomi dünyasının kutup yıldızı olması gerektiğine yürekten inanıyorum” diyerek konuşmasını sürdürdü.
Emine Erdoğan’nın ‘sıfır atık mutfak’ akımının yeni bir icat gibi sunulduğu, oysa Türk mutfağının geniş yelpazesiyle vejetaryen ve vegan tercihlere kadar her ihtiyacı karşılayan reçetelere sahip olduğu, ancak çağın ruhunu yakalayacak yeni bir anlatı kurmak gerektiği tespitlerine katıldığımı söylemeliyim.
Gerçekten de “Tek yapmamız gereken, insanları Türk mutfağının atıksız, israfsız ve sürdürülebilir bilgeliğiyle tanıştırmak.”
Emine Erdoğan’a göre, kültürel mirasın korunmasının başlıca yolu onu, otantik dokusunu bozmadan yeni nesillere aktarmak.
Bu nedenle de sadece şef yetiştirmeyi değil çok katmanlı bir mutfak kültürünü odağına alan gastronomi liselerinin açılması önemli.