Beşeri coğrafyacı Sezai Ozan Zeybek’le geçmişten günümüze insanın hayvanlarla ilişkisi üzerine konuştuk. Zeybek, “Tarihin hiçbir noktasında bu kadar çok canlı, insanlar yesin diye öldürülmedi” dedi.
İnsan ve hayvanlar arasında geçmişte de bugünkü kadar eşitsiz bir ilişki var mıydı? Ateşi kullanmaya başladığımız andan itibaren hayvanlarla ilişkimizde giderek tahakkümünü ve tüketmesini artıran bir ivmeden mi söz etmemiz gerekiyor? Endüstriyel topluma geçişin hayvanlarla olan ilişkimize etkisi ne oldu? İnsan olmayan hayvanlara karşı ahlaki yükümlülüklerimiz neler?
‘Türkiye’nin Yakın Tarihinde Hayvanlar’ kitabının da yazarı olan Berlin Teknik Üniversitesi’nden (Technische Universität -TU) Beşeri coğrafyacı Sezai Ozan Zeybek sorularımızı cevapladı.
‘HER İNSAN GRUBU HAYVANLARLA AYNI İLİŞKİYİ KURMAMIŞ’
Hayvanlarla olan ilişkisinde insanın, hayvanlar üzerindeki tahakkümü tam olarak ne zaman ve nasıl başladı?
İzin verirseniz ben bu soruya başka bir açıdan yaklaşmak, önce sorunun ihtiva ettiği varsayımlar hakkında biraz kafa yormak istiyorum. Zira hayvan-insan ilişkileri hakkında konuşurken belirli kalıplar hâlâ önümüzü tıkıyor diye düşünüyorum.
Diyeceğimin özü şu: İnsanın da hayvanın da tek bir var oluş hali yok. Karşımızda muazzam bir çeşitlilik var. Bunlardan sanki tekil varlıklarmış gibi bahsetmek ister istemez belli bir indirgemeciliğe yol açıyor. Malum, bizim hayvan diyerek tek kelimeye sıkıştırmaya çalıştığımız varlıklar kümesi, milyarlarca farklı evrimsel deney ve ilişki ağı anlamına geliyor. Yaşam, pek çok kanaldan akarak, aklımızın alamayacağı kadar çok bedenden geçerek bugüne ulaşmış.
Aynısını insan için de söyleyebiliriz. İnsanlığın da bin bir hali olmuş. (‘Bin bir’i çokluğu vurgulamak için kullanıyorum, ama gerçeğin yanında bu sayı komik derecede küçük kalıyor aslında.) İklime, toprağa, hayal gücünün sınırlarına göre bambaşka yaşamlar kurulmuş. Dahası, artık hayatta olmayan kuzenlerimiz var. Onlar da pekala insanlığın başka tezahürleri olarak görülebilir. Fakat biz bugün hem hayvanları hem de bilhassa uzak geçmişteki insanları tasavvur ederken bir tür basitleştirmeye başvuruyoruz. Mesafe arttıkça iki grubu da tek bir şey olarak düşünmeye meylediyoruz. “Ne zaman?” sorusu da ancak bu şekilde sorulabilir hale geliyor: Çeşitliliği daralttığımız zaman, uzun geçmişi birbirinin üstüne katladığımız zaman. Ardından gelecek cevaplar da bizi ister istemez insanlığın resmî tarihi sayılabilecek kırılma noktalarına, yani Neolitik döneme, tarıma, evcilleştirmeye yönlendiriyor.