Gaziantep deyince akla yemek gelir. Ama belli bir yemek değil, yemeğin her çeşidi. Kebaptan lahmacuna, çorbadan baklavaya…
Oysa adı kebapla özdeşleşmiş Urfa var hemen bitişiğinde. Ama Urfa’nın adı -her ne kadar Urfalılar bunu kabul etmezlerse de- yemekten çok “yanık sesle” özdeştir. Antep’in baklavası ne kadar meşhursa, Urfa’nın “tatlıses”i de o kadar meşhurdur.
İki şehir de vakti zamanında Halep’e bağlıymışlar. Aslında iki şehirdeki meşhur mutfak da Halep mutfağıdır. Ama Antep’in eskiden küçük bir kasabayken bugün dünyanın sayılı gastronomi şehirleri arasına girmiş olması, Gazianteplilerin her şeyi büyük bir maharetle yaptıkları gibi şehirlerini muhteşem bir şekilde pazarlama girişimlerinin sonucudur.
*
Birkaç arkadaş İstanbul’da, Boğaz’ı gören yüksek bir tepenin üzerinde bir lokantada hem yemek yiyor hem de bu bahisten hareketle Antep üzerine konuşuyorduk. İçimizden biri, Anteplilerin büyük pazarlamacı olmalarından söz ederek “Mesela eskiden hepimiz Şam fıstığı diyorduk, o fıstık şimdi Antep fıstığı oldu çıktı” dedi. Başka birimiz “Yaman bu Antepliler” dedi.
Şam, artık ne kadar feryat ederse etsin, fıstık artık Antep fıstığıdır; atı alan Üsküdar’a bay bay dedi çoktan. Bundan sonra hiçbir Antepli çıkıp, “Valla bu fıstığın anavatanı Şam’dır, ona Antep fıstığı dememiz doğru değil” diyemez zira böyle bir şey söylerse anında “şehir haini” muamelesi görür. Böyle bir şeyi itiraf edebilmek için İsveçli olmak gerekir.
Bunu şunun için söylüyorum.
İsveç’in en meşhur yemeklerinden birisidir köfte. Dünyanın her yerine dağılmış IKEA mağazalarında, mobilyadan çok köfte satılır. Bir markadır İsveç köftesi. Tam üç yüz küsur yıllık bir tarihi var. IKEA mağazası dünyanın belli başlı merkezlerinde var. Mağaza gittiği her yere koltuk, kanepe, klozet, lavabo, çatal, kaşık, battaniye, yorgan yanında “köttbullar” (şötbullar) yani “köfte” de götürüyor. Öyle ki zamanla köfteleri diğer ürünlerinden daha çok ilgi görmeye başladı. İstanbul’daki mağazalarında, hele ramazan ayında, iftar vaktinde iğne atsan yere düşmez. Ta dünyanın tepesinden, o soğuk memleketten gelen o köftelerin bizde bu kadar ilgi görmesinin sebebi nedir sahiden? Bizim damak tadımızla onlarınki aslında birbirinden çok farklı ama memleketimizde sattıkları köftelerini hiç yadırgamıyor, tabak tabak mideye indiriyor, üstüne soğuk bir kola içip rahatlıkla geğiriyoruz. (Geğirmek onlarda çok ayıp, bizde ortalık yerde yellenmek kadar…) Bu işin içinde bir iş olmalıydı? Gavur ne yapmıştı da köftesini bize bu kadar sevdirmişti? Bu işin sırrı neydi?
*
Aslında işin içinde bir sır falan yoktu. O köftelerin bize bu kadar lezzetli gelmesinin, damak tadımıza uygun olmasının sebebi, öz be öz kendi malımız olmasıdır. O köfteler kuzeyin o karanlık ve soğuk ülkesinden bir mobilya mağazası aracılığıyla bize gelse de öncesinde bizden oraya gitmiş, orada biçim aldıktan sonra üç yüz küsur sene sonra tekrar bize geri gelmişti. Aslında sevdiğimiz, gavurun köftesi değil kendi yerli-milli köftemizdir. (Kaybolan bir amcanın üç yüz sene sonra eve dönmesinde yaşanan sevince benzer bir sevinçtir yaşadığımız o köfteleri yerken…)
Bu büyük sırra ermek de bize nasip olmadı ne yazık ki. Her ne kadar bir Antepliye, “Antep fıstığına Şam fıstığı” demek zulüm gelse de bir İsveçlinin artık kendi markalarından biri haline gelmiş ve dünyanın her yerinde “IKEA köftesi” olarak bilinen köftenin “Türk köftesi” olduğunu itiraf etmesi pek zor değildir. Hiç kimse onları zorlamamışken, durup dururken, bundan sekiz sene evvel, 2017 yılında içlerinden bir uzman çıktı, bu köftenin anavatanının Türkiye olduğunu açıkladı. Devletin resmi sosyal medya hesabında da bir açıklama yapıldı, açıklamada “İsveç köfteleri, aslında Kral 12. Karl’ın Türkiye’den eve getirdiği tarife dayanıyor. Gerçeklere bağlı kalalım,” dendi.
“Gerçek” saklı kalmaz. Üç yüz sene sonra bir yerlerden başını uzattı ve ifşa oldu.
*
Üç yüz küsur yıllık gerçeği ortaya çıkarmak, Uppsala Üniversitesi Edebiyat Bölümü Araştırmacısı Annie Mattson’a düştü. Mattson, bizim halis muhlis köftemizi alıp kuzeyin o soğuktan kaskatı kesilmiş, yılın yarısı karanlık, yarası da güneş batmaz, kışın beyaz, yazın yeşil renklerle bezeli o olağanüstü memlekete “Demirbaş Şarl”ın götürdüğünü söyledi. Üstelik bu “Demirbaş”ın köfteyle yetinmediğini, yanında kahve ve lahana dolmasını da götürdüğünü ekledi.