Onlara hangi statü, hangi gelecek vadedildi de gelmediler? Levent Özdemir, Z Kuşağı’na sesleniyor ve tarımın unutturulan yüce itibarını hatırlatıyor.
“Tarım, size statü kaybettirmez; aksine, bu sahte statülerin hepsinden daha gerçek, daha onurlu bir statü kazandırır.”
Medeniyetin beşiği olan Fırat-Dicle Havzası’nın potansiyelini, risklerini ve bu toprakları çöle dönüştürmeden gençlere nasıl emanet edebileceğimizi konuştuğu bu önemli yazıyı kaçırmayın!
Z Kuşağına Sesleniş: Tarım Statü Kaybettirmez, Kazandırır:
Bereketli Hilal’i Çöle Dönüştürmeden…
Değerli Dostlar,
“Büyük Çiftlik” olarak adını koyduğum cennet vatanımın tarımı ile ilgili kişisel düşüncelerimi yazmaya başladığım gün demiştim ki, “Havza Bazlı Planlama” konusu, tarımı yönetenler dahil sektörün tüm paydaşlarının bildiği bir konu. Ama ben bu konuyu tekrar gündeme getirmek istiyorum. Hem bu konu ile birlikte geliştirilebilecek başkaca politikalar tartışılır hale gelecek hem de sonuçta ortaya siyaset üstü bir tarım politikası çıkacak düşüncesindeydim. Bu fikrim hala aynı.
Ancak havzalarımıza değinirken, gelen yorumlar doğrultusunda, o haftaki havzamızı yazmadan önce tarımla ilgili gördüğüm konular hakkında da düşüncelerimi belirtmeye çalışıyorum. Benim yazdığım tüm bilgiler, aslında herkesin rahatlıkla ulaşabileceği bilgiler. Hatta yapay zekanın neredeyse herkes tarafından kullanıldığını düşünürsek, “yaz konuyu, o sana her şeyi cevaplasın” kolaycılığına da kaçılabilir. Ben, ülkemin gençlerinin başka bir tarafa evrildiğini, bırakın tarımı, herhangi bir üretim sektörüne nasıl baktıklarını gördüğüm, hatta tamamen mekanikleştiklerini hissettiğim için yazılarımda ruha dokunmak istedim. Bunu yaparken tarihi, kültürel değerlerimizden bahsetmek isterken, bir seferde her şeyi yazımın içine koymaya çalıştım.
Ama biliyorum ki, bu yazdıklarınızı bir amaca hizmet için yazıyorsanız, yazınız büyük kitlelere ulaşmalı ve daha çok okunmalıdır. Bunun da tabii ki belirli kriterleri var. Sektöre büyük hizmetler vermiş, tarımla yoğrulmuş, tarımın her bir kelimesini ruhuna kadar hisseden değerli hocalarım, arkadaşlarım, meslektaşlarım ve sektörün içindeki birçok dostum; beğenileriyle, öz eleştirileriyle, katkılarıyla, hatta sert eleştirileriyle bile ufkumu daha da açan geri bildirimler yaptılar ve bu bildirimlerin her bir kelimesi de beni çok mutlu etti.
Tüm yazılarımı ilgi ile ve dikkatle takip eden ve beni de bu tavrıyla çok mutlu eden kıymetli bir hocamın, “Z kuşağını da sabırla bu işin içine katmalıyız” yorumuyla yaptığı o bilgece uyarısı, bu hafta ve sonraki haftalarda yazılarıma yön vermem konusunda bana yol gösterdi. Ne kadar da haklı bir sitem… Ama onları nasıl katacağız? Ben bu uyarıdan payıma düşeni aldım ve elimden geldiğince, sorumluluğum doğrultusunda yazılarıma yön vereceğim. Bu haftaki yazım belki biraz daha uzayacak, ama konu kesinlikle anlaşılmıştır.
Yıllardır oturdukları koltuklardan tarım nüfusunun yaşlandığından dem vuran, “gençleri sektöre çekmeliyiz” diye beylik laflar eden o yaşını başını almış Ziraat Odası başkanlarına ve onların seçtiği Ziraat Odaları Genel Başkanı’na sesleniyorum: Tarım politikalarında elbette sorunlar var, ekonomik problemler tabii ki yaşıyoruz. Ancak çiftçimizin durumunu sadece ekonomik problemlere veya iklim koşullarına dayandırmak en büyük kolaycılıktır. Bana göre en temel problem; tarım tanımının hala tam anlamıyla yapılamıyor olması, yapısal problemlere değinilmemesi ve en vahimi de çiftçinin statüsünün belirlenememiş olmasıdır. Siz önce bu tanımlamaları yapın, yapısal sorunları belirleyin; ekonomisi, kazancı vesairesi gelir, hiç merak etmeyin.
Evet sevgili “KOCAMAN” büyüklerim; sizler, hangi statüyü, hangi geleceği vaat ettiniz de gençler gelmedi? Sizler, o koltuklara yapışarak en büyük statüyü kendinize ayırırken, gençlerin önünü açmak için ne yaptınız? Yönetenlere hangi reformist önerilerinizi sundunuz? Özellikle de, “Tarım nüfusu yaşlandı, gençleri sektöre hızlı bir şekilde kazandırmalıyız” derken ne kadar samimiydiniz, yoksa siz bizimle dalga geçmeye hala devam mı edeceksiniz?
Değerli dostlar,
Asıl sorun, tarımın o yüce itibarının unutturulmuş olmasıdır. Tarım; hiçbir konuda başarılı olamamış, “Ben gideyim köyde bilmem kaç dönüm yer ekerim, birkaç hayvan besler karnımı doyururum” düşüncesini barındıran başarısızların sığındığı bir liman değildir. Tarım; botanikten zoolojiye, meteorolojiden mühendisliğe, kimyadan ekonomiye kadar onlarca bilimsel disiplini içinde barındıran, dünyanın en karmaşık ve en saygın mesleğidir.
Hele o küçümsenen “çobanlık”… Oysa çoban kimdir? Çoban; yıldızlara bakıp yönünü, bulutlara bakıp yarının havasını bilen bir astronomdur. Hangi otun şifa, hangisinin zehir olduğunu bilen bir eczacıdır. Sürüsünü hangi merada ne kadar otlatacağını bilen bir mera amenajman uzmanıdır. Hayvanın bir bakışından derdini anlayan bir veteriner hekimdir. O kısaca, tabiatın dilini konuşan, yaşayan bir ansiklopedidir. Herkes çobanlık yapmak istese de, bu bilgelik ve donanım olmadan o sürü bir gün bile hayatta kalamaz. Bu, hem Türk kültüründe hem de inancımızda peygamber mesleği olarak görülen en asil görevlerden biridir. Bu yüzden, bu konuda fikir sahibi olduğunu düşünüp konuşanlar, konuşmadan önce “Oysa Çoban Kimdir?” sorumun cevabını verip öyle konuşsunlar.
