Sadece iklimin, tohumun ya da toprağın değil insanın da fabrika ayarlarını bozduk sanırım. Sürekli ata tohumlarına vurgu yapılırken insanın atasının hayat tarzı da özlenir oldu. Aşırı hızlanan insan yaşadığını hissedemiyor…
O nedenle bir çoğumuz Taş Devri insanı gibi yavaşlamak istiyoruz. Çünkü fark ettik ki hayat yavaşladıkça daha uzun ve bereketli bir ömür mümkün.
O yüzden imkânı olan birçok kişi şehri terk ediyor ve doğanın içinde uzlet halinde yaşamayı tercih ediyor. Birlikte avlanan, avlarını birlikte tüketen, etinden derisine, sütünden tırnağına kadar hiçbir zerresini israf etmeyen insan. Paylaştıkça bereketlenen, dostlukları kuvvetlendiren, karbon ayak izinin söz konusu olmadı, gerçek anlamda ‘net karbon sıfır’ bir dönem. Her şey endüstri devrimi ile başladı Aslında bu dönem, sadece 200 yıl kadar önce başlayan Endüstri Devrimi’ne kadar süren, neredeyse tarihin tamamı…
Endüstri Devrimi sonrası ise, tüm insanlık tarihi 24 saat kabul edildiğinde, son birkaç saniye gibi… İşte ne olduysa bu birkaç saniyede oldu. Daha fazla tüketim, daha fazla üretim ve daha fazla verimlilik derken kaynak kullanım ekonomisini unuttuk. Şimdi ise küresel ısınma ile yüzleştik. Ancak bu kritik mesele karşısında bile hala iki yüzlü insanoğlu…
Tam da endüstrileşme çılgınlığının yaşandığı bir dönemde Dostoyevski, “Mutlu olmanın iki yolu var: Ya isteklerinizi azaltacaksınız ya da imkanlarınızı zorlayacaksınız” der. Biz ne pahasına olursa olsun imkanlarımızı zorlamayı seçtik. Yine aynı dönemleri çok dramatize eden John Steinbeck’in Gazap Üzümleri eseri yayınlandı.
Endüstrileşmeyle birlikte tarımda traktör vb. alet ve makinelerinin de kullanılmaya başlanmasıyla, ABD’de, küçük toprak sahiplerinin, büyük sermaye sahibi tüccar ve bankacılar tarafından aldatılmasını, topraklarının ellerinden alınmasını ve başkalarının işletmesinde çalıştırılmak üzere Kaliforniya’ya göç etmeleri anlatılır romanda.