Eski İstanbullular bilir “Buralar hep dutlukmuş” derler, bugün şehrin göbeğinde kalan birçok mahalle için. Gerçekten de Nişantaşı, Bomonti gibi semtlerin 1925’te Fransız şehir planlamacı Pervititch tarafından çizilen sigorta haritalarında birçok arsanın üzerinde Fransızca ‘doutlouk’, yani dutluk yazar. Hepsi apartman oldu maalesef. İstanbul bir yana dut yemeyi çok severim. Mevsiminde dut ağacından toplayıp yemek ayrı bir keyiftir çocuklukta. Hele o karadut yok mu? Ağaca tırmanıp dutları götürürsün. Sonra da elindeki, ağzındaki mosmor boyayı bir türlü temizleyemezsin. Tüm mahalle anlar komşunun ağacından karadut aşırdığını.
Beyaz dut ve karadut, ikisi de aynı familyadan olsalar da birbirlerinden çok farklıdır. Beyaz dutun neredeyse yok gibi olan hafif tatlılığı, zarif lezzetine karşı karadutun tatlı ekşi lezzeti onları birbirinden ayırır. Beyaz dutun kurusu bal gibi olur.
Dutun kökeni Çin. Aynı beyaz dut yaprağı sayesinde üretilebilen ipek kumaşı gibi. Oralardan buralara, Avrupa’ya hatta Amerika’ya kadar yayılmış. Avrupa’ya yayılmasına Romalılar önayak olmuşlar. Anglosaksonlar duta ‘mulberry’ derken, Fransızlar ‘mure’ demişler. Bize dut adı ise Aramiceden, Farsça ve Arapça üzerinden geçmiş.
İpek üretebilmek için…
Beyaz dut ağacının yaprakları ipek böceklerinin favori yiyeceği olduğundan birçok ülke ipek üretebilmek için pek çok yere taşımış dut ağaçlarını. İngilizler kraliçenin elbiseleri için yanlış ağaç çeşidini seçince ipek üretimi fiyasko ile sonuçlanmış İngiltere’de. Onlar da oturup dutları yemişler.