Dayanışma ekonomisi de hem döngüsel ekonominin hem de kooperatifleşmenin yarattığı yerel üreticileri doğrudan yurttaşla buluşturmayı hedefliyor. Bunu yaparken gıda sistemindeki aracıları da kar hedeflerini de ortadan kaldırıyor.
Ulusal istihdamın yaklaşık yüzde 20’sini, Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’nın yaklaşık yüzde 6’sını sağlıyor gıda-tarım alanı. Makine/ekipman, taşıt, yazılım, hammadde tedariğiyle bu oran dolaylı yoldan daha da artıyor. Kısaca, Türkiye’nin temel dinamosundan bahsediyoruz.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu alanda hızla gelişen Türkiye, son 30 yılda kamu iktisadi teşebbüslerini satarak, gıda politikalarını lobilere bırakarak, gıda rejimine dahil olarak bütün alanı küresel işletmelere teslim etti.
GIDA-TARIM EĞİTİMİ TEKRAR BAŞLAMALI
Köy Enstitüleri’nin kapısına kilidi astık. Bunun yapılmasının ana nedeni 2. Dünya Savaşı’nın ardından dahil olduğumuz gıda rejimi. Nitelikli, vizyonu geniş, üreten yurttaş yetiştiren Türkiye bugün çiftçisini, besicisini eğitemiyor. Atasından, ananesinden ne gördüyse ne öğretildiyse aynısını uygulamaya çalışıyor. Eğitimi geçtim, tek bir mühendis uğramıyor köylerimize.
Gençlerimiz bir meslek seçerken en çok para kazanabileceğini düşündüğü mesleklere yöneliyor. 4-5 senede gıda-tarım alanında eğitim alıyorlar. Eğitim bitip diploma alındıktan sonra her şey onlardan sorulacak sanıyorlar. Gıda-tarım alanı öyle bir alan değil. Ömür boyu öğrenmek, ömür boyu anlatmak, bu alanın bütün dinamiklerine hâkim olmak gerekiyor.