Değerli Dostlar,
Havzalarımızdan bahsederken dilim döndüğünce onların ruhunu ve karakterini de yansıtmaya çalışıyorum. Çünkü bana göre her havzanın bir ruhu, bir karakteri vardır. Sakarya kavgacıdır, Yeşilırmak anaç… Kızılırmak ise, o engin coğrafyasıyla diğer havzalarımıza göre daha sakin, daha el değmemiş, daha “bakirdir”. Ancak son yıllarda bu masumiyetin, onu “organik tarım” ve “ata tohumu” gibi modern zaman masallarının en kolay yayıldığı bir coğrafya haline getirdiğini görüyorum.
İşte bu yüzden, Kızılırmak’ın o bereketli topraklarına inmeden önce, bu masallarla gerçeğin o keskin çizgisini net bir şekilde çizmek istedim. Aslında bu hafta da çıkınımda iki farklı tarım hikayesi vardı ve sizlere bunu anlatmaya çalışacaktım. Ama bu konular o kadar önemli ki, detaylarına daha sonra değinmek istiyorum. Şimdilik, bugünkü Kızılırmak Havzamızı bu felsefenin genel ışığında değerlendirip sizlere aktarmaya çalışacağım.
Çıkınımdaki iki farklı tarım hikayesinden biri, bize sosyal medyada, şık ambalajlarda anlatılan, her şeyin “organik”, “doğal” ve “saf” olduğu bir masal. Diğeri ise, bilimin, teknolojinin ve evet, “konvansiyonel” tarımın, önce kendi nüfusumuz olan 85 milyonu ve yaz sezonunda gelecek misafirlerimizle birlikte aşağı yukarı toplam 150 milyon nüfusu doyurma ve bu toprakları gelecek nesillere bırakma gerçeğiyle yüzleştiği bir dünya.
Şimdi, bu iki dünyanın nerede kesiştiğini, nerede acımasızca ayrıştığını genel hatlarıyla görmek için rotamızı ülkemizin can damarına, Kızılırmak Havzası’na çevirelim.
İşte Anadolu’nun Can Damarı KIZILIRMAK HAVZAMIZ
Sınırlar ve Ruh:
Adına “Kızılırmak” derler… Sivas’ın Köse Dağları’ndan doğduğunda ince bir sızıdır Kızılırmak… Toprağın rengini, bozkırın ruhunu alır, Anadolu platosunda binlerce yıllık bir yılan gibi kıvrılarak ilerler. Kayseri’ye, Nevşehir’e, Kırşehir’e, Ankara’ya selam durur; Çankırı’yı, Çorum’u aşar ve nihayet Samsun’un Bafra Ovası’nda binlerce yıllık birikimini bir servet gibi sererek o da Karadeniz’in hırçın sularına kavuşur. Kızılırmak’ın ruhu, Anadolu’nun ta kendisidir: Sabırlı, çalışkan, bazen hırçın ama her zaman hayat verendir. Hititlerden Selçuklu’ya, nice medeniyetin beşiğini sallamış, nice türkünün ilhamı olmuş kadim bir bilgedir o.
Toprak ve İklim:
Kızılırmak, geçtiği her coğrafyadan farklı bir karakter alır; adeta bir ressamın paletindeki tüm renkleri toprağa çalar. Sivas’ın Köse Dağları’nın dondurucu ayazıyla başlayan yolculuğu, sert karasal iklimin hüküm sürdüğü, kışları uzun ve soğuk, yazları kısa ve sıcak bozkırların ortasından geçer. Bu çetin iklim, toprağını sabırla yoğurur; buğdaya ve arpaya o eşsiz dayanıklılığını, pancara ise toprağın derinliklerindeki o tatlı özünü verir. Nehir, Kapadokya’nın peribacalarıyla süslü, tüflü ve volkanik topraklarına ulaştığında ise iklim biraz daha yumuşar. Burada toprak, sanki bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibi, vadelere ve platolara bölünür. Bu volkanik miras, patatese o meşhur nişastalı dokusunu, sarımsağa o keskin aromasını ve bağlara o mineral zenginliğini kazandırır. Yolculuğunun sonuna doğru, Çorum’un ovalarını aşıp Bafra Deltası’na yaklaştıkça, Karadeniz’in o nemli ve ılıman nefesi hissedilmeye başlar. Burada artık karasal iklimin keskinliği kaybolur, toprak nehrin binlerce yıldır taşıdığı alüvyonlarla zenginleşmiş, adeta bir yorgan gibi verimli hale gelmiştir. Bu bereketli delta, çeltik tarlalarının yeşil deniziyle, kışlık sebzelerin ise yemyeşil bahçeleriyle bezenir. İşte bu yüzden Kızılırmak Havzası, tek bir iklimin değil, Anadolu’nun tüm iklimlerinin bir özetidir.
Sosyolojik Yapı:
Bu havzamızın insanı, bozkırın çetin şartlarında yoğrulmuştur; sabırlı, kanaatkar ve toprağına derinden bağlıdır. Kızılırmak‘ta hayat, buğdayın sararmasıyla, pancarın sökümüyle, davarın yaylımıyla ölçülür. Bu topraklarda yaşayanlar için tarım, sadece bir ekonomik faaliyet değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi, bir kültür ve bir mirastır.