Kooperatifçilik: Kırsalı iktisaden kalkındıracak bir çare olabilir mi?

0
360

TOPRAK YEMEK KÜLTÜR serisinin ikinci sayısında afet bölgesindeki kırsal kalkınmayı tarımda örgütlenme üzerinden inceleyip Türkiye’de kooperatifçiliğin dününü ve bugününü, kadın istihdamının güçlendirilmesinde kooperatiflerin etkisini ve siyasi iradeye düşen görevleri odağımıza alıyoruz. Konuğumuz, tarım ve gıda üzerine yaptığı akademik çalışmaları saha çalışmalarıyla da destekleyen akademisyen Kübra Sultan Yüzüncüyıl.

  • Kimdir? Orta Doğu Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği’nden mezun oldu. Galatasaray Üniversitesi Medya ve İletişim Çalışmaları Doktora Programında eğitimine devam ediyor. Sakarya Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışıyor. Tarım ve gıda çalışmaları, tarımsal iletişim ve bilgi yönetimi, insan-gıda etkileşimi gibi ilgi alanlarına sahip olup bu konularla ilgili çeşitli makaleleri ve çalışmaları bulunuyor.

Kırsalda toplumun ekonomik ve politik güçlendirilmesinde kooperatiflerin rolü ve faydaları nelerdir?

Kooperatifler belirli müşterek ekonomik ve sosyal gereksinimleri karşılamak üzere bir araya gelen insanların oluşturduğu özerk ve örgütsel yapılardır. Bu yapılar temel olarak “İttihat kuvvet getirir.” düsturuna dayanmaktadır. Ortakların mali katılımı, yönetimde söz sahibi olması, açık üyelik, toplum yararını gözetme gibi ilkeler etrafında oluşturulan teşkilatlar olarak da düşünebileceğimiz kooperatifler bu anlamda demokrasinin işleyişine de katkı sunuyor. Öte yandan kooperatifçiliğin gelişimi her ülkede farklılık gösteriyor. Bu nedenle ben Türkiye’nin kooperatifçilik tarihine değinerek bu soruyu yanıtlamak istiyorum.

Ülkemizde “kooperatif” kelimesi ilk olarak Cumhuriyet yıllarında kullanılmaya başlansa da kooperatifçilik hareketinin Cumhuriyet öncesi özellikle kırsal alanda ekonomik ve toplumsal dayanışmaları örgütleyen teşkilatların tarihsel tecrübesine yaslandığını söyleyebiliriz. Memleket Sandıkları, Loncalar, Ahi Birlikleri imecenin ve ortaklaşa çalışmanın icra edildiği bu teşkilatlara örnek olarak gösterilebilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu birikmiş deneyimden faydalanılarak Türk kooperatifçilik hareketinin başlatılmak istendiğini belirtmek isterim. Filhakika Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk kooperatifçiliği, kırsalı iktisaden kalkındıracak bir çare olarak görmüştür. “Hedef kooperatifçilik” sözleriyle çiftçileri örgütlenmeye yöneltmiş, söz konusu kooperatife bizzat ortak olarak onları bu yönde teşvik etmiştir. 19 Mart 1923’te Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Basın-Yayın Genel Müdürlüğü tarafından çıkartılan ve “Kooperatif Şirketler” adını taşıyan yayının ilk cümlesi kooperatifçiliğe verilen önemi açıkça göstermektedir: “Kooperatif şirketlerinin ülkemizde de kurulmaları ve çoğalmaları milletimiz için başlı başına bir iktisadi zafer oluşturacaktır.” 

Kooperatifleşmenin en çok teşvik edildiği alansa o dönem iktisadiyatının temelini oluşturan tarımsal üretimdir. Kırsal kalkınmanın tarımda örgütlenmekle gerçekleşebileceği, bunun aracınınsa kooperatifler olduğu düşünülüyordu. Bu hususta çıkarılan “Tarım Kredi Kooperatifleri Kanunu” sermayesi yetersiz çiftçilere ekonomik güç sağlamak, yereldeki kaynakları ekonomiye kazandırmak adına atılan en büyük adımlardan biridir. O dönem kırsal kalkınmayı odak noktasına alan en yaygın tarımsal kooperatif olan Tarım Kredi Kooperatifleri’nin çiftçilerin nakdî ve ayni kredi gereksinimi karşıladığını, çiftçilere birlikte çalışma kültürünü kazandırmak, modern tarım tekniklerini ve tarımsal yenilikleri çiftçilere öğretmek için faaliyetlerde bulunduğunu biliyoruz. Yukarıda bahsettiğim kitapçıkta ufak tarlalara sahip olan çiftçilerin tarımsal kooperatiflere üye olması tavsiye edilmiş böylelikle tarımsal üretimdeki kazançlardan daha çok faydalanabilecekleri ifade edilmiştir. Kooperatiflerin müştereken makine satın alınması, nakliyatta kolaylık sağlaması, nakit tedariki sağlaması gibi hususlarda küçük çiftçilerin lehine çalıştığı ifade edilmiş ve kırsal kalkınmanın en temel aracının kooperatifleşme olduğu vurgulanmıştır.

Kısacası Türkiye’de tarımsal üretimde devlet korumacı politikaların geçerli olduğu 1980’ler öncesi kooperatifler kırsal alanda refahın artırılmasının, yoksulluğun azaltılmasının, sosyoekonomik kalkınmanın, toplumsal bütünleşmenin bir aracı olarak görülmüştür. Tarımda neoliberal politikaların egemen olduğu günümüz girişimcilik ekosistemindeyse bambaşka bir tabloyla karşı karşıyayız.

Girişimcilik ekosisteminde kamu politikaları ve kalkınma planları göz önüne alındığında kooperatifçiliği güçlendirmek için siyasi iradeye düşen görevler nelerdir?

Siyasi iradeye düşen görevlere gelmeden önce onları örgütleyen yapısal meselelere bakmak lazım. Neoliberal ekonomi politikaları tarımsal üretime nüfuz ettiğinden beri çiftçiler kooperatifler aracılığıyla ortak hareket edebilen örgütlü özneler olarak değil, piyasa mekanizmalarına tabii olan bireyler; daha doğrusu girişimciler olarak tahayyül ediliyor. Tarımsal devlet kurumlarının özelleştirilmesi yoluyla çiftçilerin piyasa ekonomisiyle baş başa bırakıldığını görüyoruz. Tarımsal üretimin piyasa odaklı oluşunu şirketlerin lehine olacak şekilde tasarlanan sözleşmeli üretim modelinin giderek daha çok teşvik edilmesinden de anlayabiliriz. Bu piyasacı sistem içerisinde devletin bizzat teşvik ettiği kamu yararı gözeten kooperatifçilik anlayışının da eridiğini söylemek mümkün.

Peki tarımsal üretimde devlet korumacı politikalara geri dönülmesi ve akabinde çiftçileri piyasaya karşı koruyan, kamu yararı gözeten ve demokratik işleyişi güçlendiren kooperatifçiliğe dönmek mümkün mü? Dönülse bile bu hangi kurumlar, hangi aktörler aracılığıyla sağlanmalı? Çiftçinin ihtiyaçları neler? Tarımsal üretimin çerçevesini hangi ekonomi politikalarıyla çerçeveliyoruz? Siyasi iradelere tayin edilecek olan görevlerin bu tartışmalar ışığında doğrudan çiftçilerle müzakere edilmesi gerekir. Saha çalışmalarım sırasında kooperatif üyesi olan bir çiftçi bana devlet kurumlarının çiftçinin derdini dinlemediğini ve bu sebeple ayakları toprağa basan projelerin hayata geçirilmediğini söylemişti. Tam da öyle aslında, ayakları toprağa basan fikirlere ihtiyacımız var.

Ayakları toprağa basan iyi örneklerden birine değinmek istiyorum. 6 Şubat’ta meydana gelen depremlerden etkilenen 11 ilin tamamında ciddi gıda krizi oluştu. Şefler afet bölgelerine giderek mutfaklar kurdu. Bu mutfakların erzak ihtiyacını karşılamada Ebru Baybara Demir’in destekçisi olduğu Topraktan Tabağa Tarımsal Kalkınma Kooperatifi kritik bir role sahip oldu. 19 gönüllü ortaktan oluşan, kâr amacı gütmeyen bu sosyal kooperatif çiftçilerden ürünleri satın alarak bölgedeki tedarikçilerle iletişime geçerek Hatay, Osmaniye, Maraş, Adıyaman ve Elbistan’da kurulan belirli mutfakların türlü ihtiyaçlarını (erzak, tüp, hijyen malzemesi) karşılamak için çalışıyor. Afet bölgelerinde en önemli şey hızlı ve koordineli şekilde hareket edebilmek, kooperatiflerin örgütlü emeği bölgedeki gıda krizini çözme hususunda bu şekilde katkı sağlıyor.

Dünya çapında tarım toplumlarına baktığımızda hiyerarşinin temelinde hâlâ cinsiyet var. Bu sistem sebebiyle kadınlar birçok bölgede ücretsiz aile işçisi olarak görülüyor; sosyal hakları verilmiyor ya da mülk edinemiyorlar. Üreten kadının toplumsal güçlendirilme sürecinde kadın kooperatiflerinin rolü ve önemi nedir? 

Bu soruyu cevaplamak için öncelikle Batı merkezli dualist düşüncenin tarihsel çizgisine değinmek gerekir.

https://aposto.com/s/kirsali-iktisaden-kalkindiracak-bir-care-kooperatifcilik

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz