İbrahim Dizman: “Anadolu’yum ben tanıyor musun?”

Şiirde çizilen Anadolu’nun romantik imgesi, yerini tütmeyen bacalara, zincirlenmiş kapılara, camları kırılmış pencerelere, ıssız bahçelere, terk edilmiş tarlalara bıraktı…

İlkokulda, müzik dersinde hepimiz öğrenmişizdir o şarkıyı: “Sen ne güzel bulursun / gezsen Anadolu’yu / dertlerden kurtulursun / gezsen Anadolu’yu.” Bu şarkıyı çocukça bir gururla söylerken gözümüzün önüne meleyen kuzular, şırıl şırıl akan berrak dereler, sonsuz buğday ya da ayçiçek tarlaları gelirdi. Karadeniz’deysek vadileri dolduran yemyeşil fındık bahçeleri canlanırdı. Çünkü Ömer Faruk Gürtunca şiirin devamında öyle bir imaj çiziyordu: “Billur ırmakları var / buzdan kaynakları var / ne hoş toprakları var / gezsen Anadolu’yu.” Memleketi, dünyayı aç buçuk tanımaya başladığımızda ise birçok olumsuzluğun yanında hiç değilse ders kitaplarındaki bir cümle ile o şarkı arasında bağ kuruyor ve -belki- avunuyorduk: “Türkiye kendi kendine yetebilen bir tarım ülkesidir.”

Bütün bunlar ne yazık ki geride kaldı. Anadolu’da köyler boşaldı, Euronews’in bir haberine göre çiftçi sayısı son 12 yılda yüzde 48 azaldı. Tarım alanları ve sebze bahçeleri de küçüldü. O şiirde çizilen Anadolu’nun romantik imgesi, yerini tütmeyen bacalara, zincirlenmiş kapılara, camları kırılmış pencerelere, ıssız bahçelere, terk edilmiş tarlalara bıraktı.

Gökhan Günaydın, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili ama aynı zamanda tarım uzmanı bir bilim adamı. Memleketin bu ahvalini ona sordum:

“Anadolu, dünyada neolitik çağın başladığı topraklar. İnsanlar burada avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik yaşama adım attılar. Türkiye, bu özelliği taşıyan topraklar üzerinde kuruldu. Hem kendi kendine yetti hem de dünyaya mal sattı uzun yıllar. Bugün ise, tarımsal hammadde dış ticaret alanında 6 ile 7 milyar dolar arasında açık veren bir ülke olduk. Hemen hemen tüm tarımsal ürünlerde ithalatçı konumdayız. Başka bir deyişle dışarıdan mal alamasa karnını doyuramayacak bir ülke durumundayız.”

Gerçekten de; basında, sosyal medyada sık sık gündeme gelen bir konu bu. Marketlerdeki paketlenmiş ürünlerin bilgisine bakılınca çoğunun ithal olduğunu anlayabiliyoruz. Daha da vahimi, köylerde market yumurtası, hazır yoğurt, fabrikasyon peynir, hatta kentten gelen ekmeklerin tüketildiği bir döneme girdik. Köylerde tarımsal üretimi gerçekleştirecek kimse de kalmadı. İktidarın vatan, bayrak, ezan edebiyatıyla perdelediği, “ırmağının akışına ölürüm” diyen milliyetçilerin her türlü yağmaya destek verdiği bir dönemde özellikle İç Anadolu’ya yolunu düşürenler üzüntüyle seyrediyorlar, ekilmemiş tarlaları, giderek ormana dönüşen meraları, kullanılmadığı için yıkılmış ahırları ve ağılları.

Siyasal Bilgiler Fakültesi, bir zamanlar sadece fakülte olmakla yetinmeyen, Türkiye’nin dertlerini dert edinen bir bilim odağıydı. Bütün sorunların özgürce tartışıldığı, çözümlerin üretildiği bir çatıydı. Doktorasını bu kurumda tarımsal ve kırsal politikalar üzerine yapan Gökhan Günaydın, Anadolu toprağının terk edilmişlik halini “Bu, gıda krizine en açık ülkelerden biri durumuna getirdi bizi” diyerek açıklıyor.

“Çünkü ülke nüfusuna her yıl bir milyon kişi ekleniyor. Buna karşın 35 milyon dönümden fazla bir tarım toprağını çiftçi işlemekten vazgeçti. Bunda büyükşehir yasasının etkisi de var. 30 büyükşehirde köyler mahalle statüsüne alınarak çiftçilerin tarım faaliyetleri kısıtlandı. Çok kişi köyleri terk etti, kalanların da yaş ortalaması 57 civarı. Bu insanların hevesle tarım yapması, yatırıma yönelik işler yapması da elbette çok zor. Zaten tarım girdileri döviz ve enflasyon nedeniyle alabildiğine arttı. Çiftçi bir yıl bir üründen kazanıyorsa ertesi yıllarda elde avuçta ne varsa kaybedebiliyor bu ekonomik tablo içinde.”

Bu saptama o kadar doğru ki. Üstelik sadece tarımsal alana yansımıyor olumsuzluk; bir kültür de yok oluyor. Örneğin “köy düğünleri” neredeyse tamamen bitti. Köylerde evlenecek genç kalmadı çünkü. Yaşam döngüsü içinde gerçekleştirilen ritüellerin çoğu şehirlerde unutuldu ya da varoşlarının kahvehanelerinde gün geçiren yaşlıların hatıralarında kaldı. Köy dediğiniz bin bir geleneğin, alışkanlığın ve yerleşik göreneklerin zenginlikle yaşandığı yerdir. Bütün bunlar edebiyattan müziğe, tiyatrodan sinemaya çeşitli imgelerle yansımıştır. Örneğin sadece “köy çeşmesi” tamlaması bile ne çok şey çağrıştırır. Şimdilerde ise köy çeşmeleri kurumuş durumda. Dere yataklarını otlar bürümüş. Gökhan Günaydın, Akdeniz havzasında iklim krizinden en çok etkilenen ülkelerin başında Türkiye’nin geldiğini ve giderek su fakiri bir ülkeye dönüştüğümüze işaret ediyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Çok Okunanlar

Benzer Haberler
KAÇIRMA

Bir fincanıyla iç ısıtan lezzete yasak geldi! Avrupa’da alarm: ‘Laboratuvarda üreteceğiz’

Özellikle soğuk kış günlerinde içtiğimiz bir fincan salep hepimizin...

Toprak susuz, çiftçi umutsuz

Tarımda söz sahibi olan kentlerden Adana’nın verimli toprakları betonlaşmaya...

Son 60 yılın en soğuk kışı olacak: La Nina geliyor, uzmanlar tarih verdi

Son 50-60 yılın en soğuk kışlarından biri olacağı öngörülen...

Prof. Dr. Emre Alkin: Asgari ücretten gıdaya ayrılan pay korkunç!

Türkiye’de ortalama ücretin, asgari ücrete yakın olduğunu, bundan dolayı...