Adolf Hitler, kendini halkına vejetaryen olarak tanıtıyordu. Aslında bunda bir miktar doğruluk payı vardı. Çünkü hazım zorluğu çektiği için, et ve ağır hamur işleri yemekten kaçınıyordu.
Bugün, daldan dala zıplayacağız. Yani konudan konuya geçiş yapacağız. Yazımızın ilk kahramanı “çatal.”
Sofraların vazgeçilmez aleti çatalın yaşamımıza girmesinin geçmişi pek eski değil. Bazı yemek araştırmacılarına göre çatal Avrupa’ya ilk kez Venedik üzerinden, Bizans prensleri tarafından götürülmüş. Bizanslıların kullandığı çatal, iki uçlu ve genellikle eti kesmekte bıçağa yardımcı oluyordu. Çatalın Fransa’da sofralarda görülmeye başladığı tarih ise 1560’lı yıllar. Fransa’yı çatalla tanıştıran ise ünlü Medici ailesinin fettan kızı Catherine de Medici.
Çatal,16. yüzyılda hükümdarların akşam yemeği sofralarında bile oldukça nadir görülüyordu. Çatal kullanıldığına dair ilk yazılı kayıt 14. yüzyıl İtalya’sında karşımıza çıkıyor. Çatalın soyluların sofralarında değişmez bir alet haline gelmesi 16. ve 17. yüzyıllara rastlıyor. Ama o dönemde çatal kullananlara iyi gözle bakılmıyordu. Toplum fetvacıları, çatalla yemek yemenin kadınsı bir eylem olduğu konusunda uyarılarda bulunuyorlardı. Yani çatalla yemek yiyen erkeklerin karizması çizilebilirdi. Bu yüzden İngiliz deniz askerleri o günden beri yemek yerken çatal kullanmamaya özen gösteriyorlar.
Ayılmanın bedeli
Dünyanın birçok ülkesinde, ayılmak için içilmesi gereken bazı içkiler konusunda fikir birliği oluşmuştur. Bunların başında, acısı, limonu bol “Bloody Mary” gelir. Amerikalılar ise cin-martini kokteylinin de ayıltıcı özelliği olduğu konusunda ısrarcı olurlar. İngilizler, ayılmak için gece içilen şarabın aynısından ertesi sabah da içilmesini önerirler.
Ayrıca Almanlar’ın Underberg, Jaegermeister, İtalyanlar’ın Fernet Branca, Fransızlar’ın Chartreuse, Macarlar’ın Unicum adlı bitki kökenli içkileri de ayılma konusunda yardımcı olurlar.
Bence en iğrenç ayılma içeceği Malezya ve Singapur’da yapılan bir içecektir. Bu ülke insanları ayılmak için, “domuz kemiği çayı”ndan medet umarlar. Bu çayın demlenişi şöyledir: Bakır tencerelerde domuz kaburgası, yıldız anason, tarçın, sarımsak, soya sosu, ginseng kökü ve diğer şifalı bitki kökleri ile yavaş ateşte uzun süre pişirilir. Bu pişirme sonunda yemeğin rengi çay rengine dönüşür. Çorbanın yanında mutlaka domuz ciğeri, pirinç lapası ve haşlanmış işkembe yenir. Bu iki ülkedeki bütün gece kulüplerinde, gece yarısından sonra bu çorba servis edilir.
Domuz kemiği çayı
Kırlangıç yuvası çorbası
Kırlangıç yuvası, Uzak Doğu Asya’nın en beğenilen ve en pahalı yemekleri arasında yer alır. Bu yuva ile yapılan çorbanın kasesi tam 300 dolardan satılır. Her kırlangıcın yuvası yenmez. Bu lezzetli yemekler, deniz kırlangıçlarının yuvalarından yapılır. Uçurumların ulaşılmaz köşelerinde yer alan bu yuvaları toplamak çok zordur. Bu işte uzmanlaşmış köylülerin sayısı çok az, onun için de fiyatları çok pahalıdır. Bu yuvaların bir kilosunun fiyatı 3 bin dolardan başlar.
Kırlangıç yuvası çorbası
Diktatörün yemeği
Deve sütü, Kaddafi‘nin vazgeçemediği tek besindi. Her gün bir litre kadar içerdi. 1961 yılında Belgrad’a yaptığı ziyaret sırasında, Libya’dan getirilen deveden de Kaddafi için her gün taze süt sağılmıştı.
İtalyan mutfağını, özellikle de makarnayı çok severdi. Neredeyse her öğün makarna yerdi. Onun için en sevdiği yemek, makarnaya benzeyen Mbekbka’ydı. Bu yemek şöyle yapılıyordu: Makarna, soğanlı, salçalı, acı kırmızı biberli, Hint safranlı bir sosun içinde pişiyordu. Bu sosun içine bazen kuzu eti, nohut ve sarımsak da ekleniyordu. Servis edilirken tabağın üstüne zeytinyağı, taze limon suyu ve kızartılmış ekmek kırıntısı konuyordu.
Sabah kahvaltısında genellikle kızarmış hurma yer, yanında soğuk deve sütü içerdi. Çöl gezileri sırasında ise kızgın kumda pişmiş ekmek ve yumurtayla kahvaltı ederdi. Bir başka sevdiği yemek de deve etli kuskustu. Bir zeytinyağı tutkunuydu. Mutfağına bu yağdan başka yağın girmesini yasaklamıştı.