Chicago Sağlık Kurulu müfettişinin denetleme için gelişi ve C kötü notu alışlarıyla “The Bear” ikinci bölüme girecek, Sunday Times’da Anthony Bourdain’in “Mutfak Sırları” kitabı için yazıldığı gibi, dizi “Bir Stephen King romanından daha sürükleyici” ve her an çıkan sorunlara çözüm arayan Şef Carmy’nin soğuk kanlı çabalarıyla devam edecektir.
Bir dizi olarak “The Bear” üzerine yazmak beni düşündürürken, ikinci sezonun bölümleri izleniyor… Mutfakta geçen ve yemek kültürü üzerine “komedi, dram” hatta bir olta gibi duran ve “salça kutularına sığdırılmış” gerilimiyle birkaç türün bileşimi bu dizi ilgi çekmeyi başarmıştı.
Mimarisi, kültür-sanat ve mutfak kültürüyle bir köprü kuran popüler kent Chicago, dizinin konu aldığı “The original Beef of Chicagoland”ın benzeri yerel yeme-içme mekanlarıyla tanınıyor. Ve esini olan “Mr. Beef On Orleans Chicago” günümüzde acıkanlara hizmet veriyor, “Italian Beef Sandwich” başta, tavuklu, sosisli sandviçleri, shake’leri vb. ile özellikle öğle saatlerinin rağbet gören mekanı. Sanırım dizinin TV ekranında gösteriminden sonra ününü daha da artırmıştır.
Benim için sadece “The Bear”de değil, başka bir yerde başka bir “Chicago” daha olduğunu da söylemeliyim. Sözünü etmek istediğim, Broadway’de izlediğim ve hayran kaldığım Chicago müzikali.
“All That Jazz” ve “Razzle Dazzle” gibi hit şarkıların unutulmaz yaptığı, Bob Fosse’un müzikalinden Rob Marshall tarafından uyarlanan, yıldız oyuncular Catherine Zeta-Jones, Renée Zellweger, Richard Gere’in parlattığı film uyarlaması da En İyi Film Akademi Ödülü’nü kazanmıştı… Ama benim için Broadway’de izlediğim müzikal sanki sahne-oyuncu-dans gücüyle filmle yarışıyordu.