Beyaz kayın sallanarak düşüyordu. Ama o düşerken, McKay tuhaf bir manzarayla karşılaştı: Ağacın yakınında bir köknar büyüyordu. Ve daha ufak olan ağaç, devrilirken sevgilisinin kollarında bayılan bir genç kız gibi, bu köknarın üzerine düştü. Orada öylece yatıp titrerken köknar ağacının geniş dallarından biri beyaz kayının altından kurtulup baltayı tutan adamın kafasına bir kırbaç gibi feci bir darbe vurarak onu yere serdi. McKay gözlerine inanamıyordu. Bütün koru, ormandaki bütün ağaçlar; yalvaran gözler, titreyen seslerle ona sesleniyordu: ‘Bizi yok etmeye ant içtiler. Üstelik çok yakında. Bizi balta ve alevle yok edecekler.’”
Bu satırları Tuhaf Öyküler (Çınar Yayınları) kitabından okuyorum. Abraham Merritt’in Ormanın Kadını adlı uzun öyküsünü İdil Bostan çevirmiş. (Kitaptaki her öykü çok ilginç ) Ve her satırda içinde yaşadığımız günlerde doğaya meydan okuyan para babalarının, daha çok çıkar uğruna, halka karşı sürdürdükleri savaşı iliklerimde duyuyordum. Öykünün sonunu söylemeyeceğim. Kitabı alıp kendiniz okuyun. Ama bilin ki her tuhaf öyküde olduğu gibi doğa sonunda kendisine savaş açanlardan mutlak ve mutlak intikam alıyor.
Önceki gün gazetemizin manşeti, Şeyda Öztürk’ün haberini okurken de benzer duygulara kapıldım. Öykü değil, yaşamakta olduğumuz hakikatin ta kendisiydi. Daha Akbelen gündemdeyken Kaz Dağları’nda Cengiz Holding orman kıyımına başlamıştı. Üstelik daha dava süreci sonuçlanmadan. Bakır madeni projesi, neredeyse 150 bin ağacın kesilmesini öngörürken, TEMA Vakfı’nın açıklamasına göre ekosistem büyük zarar görecek, 4 bin dönüm arazi susuzluktan kuruyacak, bu proje 100 binin üzerindeki insanın suyunu tüketecekti.
Ama artık biliyoruz: Bir gün doğa da kestiğiniz, yaktığınız o ağaçlar da sizden intikamını mutlaka alacak.
HAPİSHANELER-MEKTUPLAR
Masamın üzeri yine ülkemin hapishaneler coğrafyasından gelen mektuplarla dolu. Bilmez değilim. Bu mektupların bana yollanmasının nedeni, bu köşede onlardan söz etmemi beklemeleri. Ama imkânsız. O kadar çoksunuz ki. Hepsini okuyorum ama hiçbirini tümüyle buraya alamıyorum. Kimi çok naif, kimi öfkeli, kimi slogancı, hepsi içten mektuplar…