Egemenlerin iklim krizini çözme adına düzenlediği COP 29 büyük bir hüsranla sonuçlandı. Araştırmacı Wiseman “Gelişmiş ülkelerden gelen fonlar, faizli krediler şeklinde olacak. Fakir ülkeler daha da borçlandırılacak” dedi.
Kapitalist sistemin neden olduğu iklim krizi dünyanın dört bir tarafını vururken egemenlerin göstermelik girişimleri reklam çalışmasından öteye geçmiyor.
Son olarak geçen ay Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de yapılan BM İklim Değişikliği 29. Taraflar Konferansı’nda (COP 29) görüldüğü üzere liderler sorunun kalıcı çözümü konusunda adım atmamakta kararlı.
Kaliforniya Üniversitesi Çevre Çalışmaları bölümünden Wendy Wiseman ile iklim krizini ve COP 29’dan çıkan sonuçları konuştuk.
Bakü’de gerçekleştirilen COP 29’u ve sonuçlarını nasıl değerlendirirsiniz?
COP 29’un küresel ölçekte iklim müzakereleri ve müdahalelerinin işlevsiz hale getirme işini tamamladığını ve Paris Anlaşması’nı etkili bir şekilde boşa çıkardığını söyleyebilirim. Bu, fosil yakıt endüstrisi ve petrodevletler için büyük bir zaferdir, tabii ki kısa vadede. Sonuçta hepimiz bir arada yokuş aşağı gideceğiz, sadece farklı hızlarda. Başkan Aliyev açılış konuşmasında petrol ve gazın “Tanrı’nın bir lütfu” olduğunu belirtti, bu ifade Bakü’deki konferansa katılan neredeyse 1700 fosil yakıt lobicisinin kulağı için tatlı bir müzik gibiydi. Roma Kulübü, iklim zirvelerini kurtarmak amacıyla bir açık mektup yazdı ve ev sahibi ülkelerin zirvelerin ruhuna uygun koşullara sahip olmasını ülkeler olması gerektiğini, temelde de fosil yakıt endüstrisi çıkarlarına hizmet eden ülkeler olmaması gerektiğini söyledi. Son Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporuyla hesaplanan ‘en kötü senaryo’ rotasındayız; bu tüm türlerin gelecek nesillerini yok edecektir. İklim aktivistleri de söz konusu senaryoyu, raporları derleyen bilim insanları kadar iyi biliyor ve protestolar, asıl amacı fosil yakıtlara küresel bağımlılığı sürdürmek olan son dönemdeki COP ev sahiplerinin kasıtlı ihmallerine ve kötü niyetli ikiyüzlülüklerine yerinde bir yanıt veriyor. Büyük kitlesel hareket sönümlenirken meşaleyi yalnızca en fazla kendini adamışlar taşımaya devam ediyor. “Trilyonlar, milyarlar değil” yazan protesto pankartları, vadedilen nihai rakamın 300 milyar dolar olduğu gerçeğini yansıtıyor. Oysa yaklaşık 3 trilyon dolara ihtiyaç var. Gelişmiş ülkelerden gelen fonların yetersizliği bir yana, bu paralar faizli krediler şeklinde gelecek. Bu da fakir ülkeleri Küresel Kuzey’e daha da borçlandıracak; kaynakların özelleştirilmesine, sosyal hizmetlerde kesintilere yol açacak. Gerçekten tam bir başarısızlık.
Antroposen’in sömürgecilik, tüketici kültürü yahut inançlarla ilişkisi var mı?
İlk olarak ‘Antroposen’ ne anlama geliyor ve ‘Antropos’un yani insanlığın zaferi mi yoksa yenilgisi mi olduğu hala hararetli bir şekilde tartışılıyor. Stewart Brand ve Elon Musk gibi pek çok teknoloji-ütopisti, gezegenin süreçlerinin insan kontrolüyle büyük bir evrimsel sıçrama, insanın ilahileşmesine yönelik bir çağrı olarak görüyorlar. Benim gibiler içinse bu, hoyrat bir açgözlülük döneminin, doğal dünyanın tahribatının, Dünya’ya olan köklerden yabancılaşmanın, patriyarkanın ve emperyal şiddetin tamamlanmasıdır. Bu ‘dönem’ bazılarına göre, yaklaşık 7500 yıl önce yerleşik tarımla başladı. Jason Moore, Donna Haraway ve Anna Tsing gibi düşünürlere göre ise 17. yüzyılda Avrupa emperyal genişlemesiyle başladı ve Amerika’da ‘Büyük Ölüm’ü başlattı. Bu yerli halkların ve onların tarıma dayalı topraklarının milyonlarcasının ölümü demekti. Antroposen felaketinin temel itici gücünün kapitalizm olduğu konusunda şüphe yoktur; bu, bahsettiğiniz diğer faktörlerle, özellikle de insan merkezcilik ile besleniyor ve bu insan merkezcilik İbrahimi dinlerde yani Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’da derin köklere sahiptir. Şu anda Altıncı Kitle Yokoluşu ile karşı karşıyayız. Bunun ne zaman başladığı belli değil, ancak eko-Marksist yazar John Bellamy Foster’ın “metabolik yarılma” olarak adlandırdığı, insanların toprağa, besin kaynaklarına ve insan dışındaki diğer yaşam biçimlerine yabancılaştığı endüstriyel kentleşme çağında yoğunlaştı. Benim için Antroposen, suçların suçunun bir başka adıdır: ekokırım. Kapitalizm, şirketler, neo-liberal yönetim ve süper zenginler en büyük sorumluluğu taşıyor, ancak bizim gibi gelişmiş ülkelerdeki ve şehirlerdeki sıradan insanlar da maalesef tamamen suç ortağı.
İklim krizinin etkilerini hafifletmek için alternatiflerimiz var mı?
Tabii ki alternatiflerimiz var. Sorun modernlik, geç kapitalizm ve rahatlık hakkına sahip olma duygusu. Siyasi açıdan konunun bir seçmen davranışı açısından başka bir boyutunu da göz ardı etmemek lazım. Avrupa’da yapılan çalışmalar, iklim yanlısı yasalar ne kadar sıkı bir şekilde kabul edilirse, seçmenlerin sağcı adayları ve politikaları destekleyerek tepki gösterme olasılığının o kadar arttığını göstermiştir. Bu ABD için de geçerli. Ne yazık ki, vatandaşların yaşanabilir bir gelecek için bir nebze olsun konforlarından feragat etmeye istekli olmaları için işlerin gerçekten kötüye gitmesi gerekiyor ve gidecek de. Şirketlerin ahlaksız çıkarcı projeleri sürdürme gücünü sınırlamak için aktif olarak çalışan ve hayvanlar adına da lobi yapan hem yerel hem de küresel STK’ları ve toplumsal hareketleri desteklemek önemli. Hepimiz et tüketimini azaltabilir, daha az araba kullanabilir ve daha az uçağa binebilir, plastikten kaçınabilir, evde enerji ve su tasarrufu yapabilir, bitki yetiştirebilir ve iklim krizine yönelik çalışan topluluklara katılabiliriz. Onarıcı adalet adına ve aynı zamanda biyolojik çeşitliliği koruyarak ve ekosistemlerde dengeyi sağlayarak topraklarının en iyi koruyucuları olduklarını kanıtladıkları için, dünya genelinde yerlilerin egemenlik haklarını desteklemenin de hayati önem taşıdığını düşünüyorum. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, sembolik de olsa, Ekokırım’ın barışa karşı işlenen 5’inci suç olarak kabul edilmesi için verilen önergeyi kabul ettiğini görmek isterim. Gıda üretimini ve su tutmayı en üst düzeye çıkaracak, çatılarda gıda bahçeleri kuracak, temel yapı malzemesi olarak fotovoltaik paneller kullanacak bazı zekice kentsel tasarımlar ortaya konmuştur. Artık utanmazca kötüye kullandığımız Gaia’nın merhametine kalmış durumdayız; onu yatıştırmak için elimizden gelen her şeyi yapmalı, bir yandan da önümüzdeki zorlu yolculuğa hazırlanmalıyız.