Başlıktaki bu kavram, yörenin, kentin; tarih sahnesinde var kalabilmesinin en kritik faktörü… Diğer ikisi, tarihi kültürel miras ve doğal kaynaklardır. Fakat bu ikisini zamanın ruhuyla yoğuran ve zenginliğe çeviren, ancak ve ancak yerel kabiliyettir. Tarih, doğal kaynak olsa da, yerel kabiliyet şart…
O kentin aklı, eşrafı, yöneticisi, lideri, insan kaynağı ve tabii ki bunları yetiştiren kurumları, okulları, üniversiteleri… Kalkınma öykümüzde “deneme yanılma” dışında yöntem kullanmadığımızdan bu modern anlayış düzlemine ulaşmamız zaman aldı. Kısaca yerel kabiliyetleri fazlaca küçümsedik.
KABİLİYET YERİNE AĞALARI DESTEKLEDİK
Önce, her kenti eşit kalkındırma sevdasıyla, yöresel kalkınma planları yaptık. İlhamımız, Sovyetler ve onların meşhur “büyük planı” idi. Tutmadı, zaten kıt olan kaynakları heba ettik, kalkınmış yöre yerine, kalkınmış ağalar yarattık. Kabiliyeti desteklemedik, feodal düzen artıklarından medet umduk.