Belki çoğumuz farkında değiliz ancak çoktan kapımızı çalmış olan önemli bir risk ile karşı karşıyayız: Küresel iklim krizi ve gündelik yaşama etkileri. Esasen konu yeni değil. 1990’lı yıllardan beri küresel ısınmanın yarattığı zararlardan, tarım alanlarının verimsizleşmesinden ve gıda güvenliğinden söz ediliyor.
Tüm bunlara enerji fiyatlarındaki dalgalanmalar ve savaş riski gibi olası jeopolitik sorunlar da eklendiğinde, özellikle gıda fiyatlarındaki belirsizliğin yönetmesi daha zor bir hale gelmesi kaçınılmaz olabiliyor. Küresel ısınma hava sıcaklıklarının artış hızına bağlı olarak tanımlanmış.
Buna göre sanayi devrimi dönemindeki iklim koşulları baz alındığında, ısınmanın o döneme göre artı 1.5 dereceyi bulması halinde dünyanın daha zor yaşanır bir yer olacağını, artı 2 dereceyi bulması ile de çok daha keskin sorunlarla karşı karşıya kalınacağını belirtiliyor. Son açıklanan rakamlar 1.2’lik bir artışa işaret ediyor. Hem Türkiye’de hem de dünyada takip ettiğimiz hava olayları ve iklim anomalileri de bu riskin ilk etabı. Dünyayı en çok kirleten ülkelerin başında küresel sanayi üretiminde önemli paya sahip Çin, ABD ve Avrupa coğrafyası geliyor.
Daha önceki yıllarda Devlet yönetimleri tarafından bile ikinci planda tutulan çevre bilinci, artık yerini mecburi yapısal düzenlemelere ve eylem planlarına çoktan bıraktı. Dünya Ekonomik Forumun en son yayınladığı Küresel Riskler Raporu’nda, Dünya halklarını kısa vadede bekleyen en önemli tehtitlerin; yaşam maliyetleri, doğal afetler, doga olayları ve iklim değişikliği ile mücadelede yetersiz kalınması olacağının altı çizilmiş.
2016 yılında yürürlüğe giren ve Türkiye’nin 2021 yılında imzalayarak dahil olduğu Paris İklim Antlaşması, bu konuya farkındalığın ve aksiyon planının ortaya konmasında atılmış önemli bir adım. Bu anlaşma ile hedeflenen, 2030 yılındaki küresel karbon salınımının, 2010 yılı seviyelerinin yarısına kadar kadar çekilmesi.
Özellikle fosil yakıt tüketimindeki risklere dikkat çekilerek yenilenebilir enerji vurgusu yapılıyor. 2019 yılında AB tarafından başlatılan Yeşil Mutabakat ise yeşil dönüşümde AB coğrafyası ve bu ülkelerle ticaret ilişkisinde olan tüm ülkelerin yeşil dönüşüme yönlenmesi için bazı görevleri beraberinde getiriyor. Yeşil mutabakat ile 2050 yılında sıfır karbon hedefli bir dönüşüm ekonomisi yapılanmasını zorunlu kılıyor.