Donald Trump, başkanlık koltuğuna oturur oturmaz kalemini sert bir şekilde oynattı ve ABD’nin politik rotasını yeniden çizdi. Bir yanda Paris İklim Anlaşması’ndan ikinci kez çekilme kararı alarak sürdürülebilir kalkınma hedeflerine sırtını döndü, diğer yanda sağlık sistemine yönelik yürütme emirleriyle halk sağlığını doğrudan tehdit eden bir sürecin fitilini ateşledi. Bu kararlar, yalnızca ABD sınırları içinde yankılanmakla kalmıyor; küresel ölçekte de derin çatlaklar oluşturuyor.
Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmek: Kısa vadeli çıkarlar, uzun vadeli felaketler
Trump’ın ikinci kez Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmesi, çevre politikalarında dramatik bir geri adımı simgeliyor. ABD, dünyanın en büyük karbon salıcılarından biri olarak iklim değişikliğiyle mücadeledeki sorumluluğunu reddederken, bu kararın uzun vadeli sonuçları yalnızca çevresel değil, aynı zamanda ekonomik ve sağlıkla ilgili krizleri de derinleştiriyor. Trump’ın ilk döneminde olduğu gibi ikinci kez Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmeyi takıntı hale getirmesi, çevre politikalarında bir geri dönüş anlamına geliyor. Bu hamle, ABD’nin dünyanın en büyük karbon salıcılarından biri olarak küresel iklim değişikliğiyle mücadeledeki sorumluluğunu reddettiğini gösteriyor. Ancak işin daha derininde, iklim krizinin yalnızca buzulların erimesi ya da orman yangınlarının artmasıyla sınırlı olmadığı gerçeği yatıyor. İklim değişikliği, doğrudan insan sağlığına yönelik bir tehdit unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Artan sıcaklıklar solunum yolu hastalıklarını tetikliyor, ekstrem hava olayları (kasırgalar, seller, sıcak hava dalgaları) yerinden edilmiş nüfusların sayısını artırıyor. Küresel gıda sistemleri zarar görüyor, su kaynakları tükeniyor ve hastalıkların yayılma hızı dramatik şekilde artıyor. İşin en ironik kısmı ise, ABD’nin sağlık sistemini giderek daha kırılgan hale getiren Trump’ın, aslında bu kırılganlığı derinleştiren bir politikayı bu kadar istekle savunmadı. Trump’ın politikalarının sürdürülebilir kalkınma hedeflerine aykırı olduğu açık. Paris Anlaşması’ndan çekilmek, yalnızca emisyonları azaltma çabalarını baltalamıyor, aynı zamanda yeşil ekonomilere yönelik yatırımları da sekteye uğratıyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nden ayrılma ve ABD sağlık sisteminin krizi
İklim politikalarındaki bu keskin dönüş, ABD sağlık sistemine yönelik tehditlerle birleştiğinde daha da çarpıcı hale geliyor. Trump, Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) çıkma kararını bir kez daha gündeme getirerek küresel sağlık iş birliğini baltalama yoluna gitti. Küresel sağlık krizleri, ancak uluslararası dayanışmayla çözülebilirken, ABD’nin tek taraflı hareket etmesi halk sağlığı açısından yıkıcı sonuçlar doğurabilir. DSÖ, pandemilerden sıtma ve verem gibi bulaşıcı hastalıklara kadar geniş bir yelpazede küresel sağlık politikalarına yön veren bir kuruluş. ABD’nin buradan çekilmesi, özellikle aşı programları ve halk sağlığı yatırımları üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır. Üstelik ABD’nin sağlık sistemi, zaten derin yapısal eşitsizliklerle boğuşuyor. Trump’ın yürütme emirleri, düşük gelirli kesimlerin sağlık hizmetlerine erişimini daha da zorlaştırıyor ve kamu sigortası programlarını hedef alıyor. Paris Anlaşması’ndan çıkış, kısa vadede enerji sektöründeki lobiler için kazançlı bir adım gibi gözükebilir. Ancak uzun vadede, küresel piyasalarda ABD’yi rekabetten uzaklaştıracak ve sağlık sisteminde maliyetleri artıracaktır. İklim değişikliğiyle bağlantılı hastalıklar arttıkça, sağlık hizmetlerine duyulan ihtiyaç da büyüyecek.