Bu hafta yağmurlu ve serin bir günde akşama doğru eve dönerken daha bizim sokağın başından bir koku tutmuş etrafı. Mahallenin fırınından yayılan sıcacık Ramazan pidesinin karşı konulamaz caziplikteki kokusu!
Biraz ilerleyince bir baktım fırının önünde uzun bir kuyruk. Üşenmedim ben de girdim kuyruğa, başladım beklemeye. Belki de şehirlerde fırın sayıları arttığından benim çocukluğumdaki kadar uzun pide kuyrukları yok fırınların önünde ama ekmek büfelerinin önündeki pide kuyrukları fırınların önündekilerden uzun. Nedenleri malum…
İstanbul’daki mahallemde kuyrukta beklerken içimi ısıtan o sıcak pide kokusuyla Antalya Kaleiçi’ndeki çocukluğuma döndüm birden. Sadece kokusuyla Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı uzun romanının ilk cildi Swannlar’ın Tarafı’nın başlangıcındaki gibi ben de çocukluğumu hatırladım. Hani o romanda anlatıcı, soğuk bir günde annesinin ikram ettiği madlen kekini çaya batırdığı zaman çocukluk anılarını hatırlar ya ben de pide kokusunu duyunca şıp diye çocukluğumun Kaleiçi’ne döndüm. Kokunun bellekte çağrıştırdıkları müthiş etkileyici.
Hatıranın tadı belleğin mekânı
Koku ve bellek konusunda koskoca bir literatür ve bu literatürün simgesi niteliğinde bir kalıp var; Fransızca ‘madeleine de Proust’ kalıbı. İnsana anılarını bilhassa da çocukluk anılarını çağrıştıran koku ve tatları anlatmak için kullanılıyor bu kalıp. Türkçedeyse ‘Proust etkisi‘ deniyor sanırım.
Swannlar’ın Tarafı’nda anlatıcı madlen kekini çaya batırınca çocukken halasının ıhlamura ya da çaya batırıp verdiği madlen kekini ve o keki yediği zamanı, mekânı, mekândaki nesnelere dair pek çok anısını hatırlar; bahçedeki çiçekler dahil.