Cin dünyaya gözünü, bir içki olarak değil de ilaç olarak açmıştır. 17. yüzyılda, safrakesesi taşını düşürmekten, gut hastalığının tedavisine kadar birçok hastalığın tedavisinde de kullanılan sihirli bir ilaç haline gelmiştir.
Bu yazı, bir “içkiye övgü” yazısı değildir. Bunu bilesiniz. Aşırı içkinin sağlığa zararlı olduğunu, artık cümle alem biliyor! Bu yazı, cin denen içkinin geçmişini merak edenler için kaleme alınmıştır. Bu önemli nottan sonra konumuza geçelim!
Bence her çiçeğin olduğu gibi her içkinin de bir mevsimi vardır.
Örneğin, konyak soğuk kış günlerine yakışır. Rakı her mevsimin içkisidir ama yaz akşamlarında tadı daha bir başka olur. Kırmızı şarabın tadı serin günlerde çıkar. Güneşli günlerdeyse, kararında soğutulmuş beyazlar ve pembe şaraplar kadehleri buğulandırır.
Bira da sıcak günlerin sevgilisidir. Kokteyller, yaz günlerinin renkli kızlarına benzer. Sıcak bir günün akşamında, soğuk bir margarita, martini, negroni günün yorgunluğunu alır.
Bol buzlu cin tonik ise benim için mevsimsiz bir içkidir. Her havaya uyar.
Majestelerinin favorisi
Cin, ‘asil içki’ diye tanımlanır. Bunun nedeni, İngiltere sarayının vazgeçilmez içkisi olmasından kaynaklanır!
Saray yaşamını yazanlar, Kraliçe Elizabeth’in, her gün saat 12.00’de cin ve Dubonnet şarabı karışımından oluşan bir aperatif içtiğini öne sürerler. Uzun yaşamasının sırrını da buna bağlarlar genellikle.