Keşke imkan olsa da bunu bizim ülkede de yapabilsek.
Bu hafta uzun bir aradan sonra Avrupa Yerbilimleri Birliği’nin senelik toplantısına (EGU 2023) katıldım. Bir hafta süren toplantıdan pek çok yeni şey öğrendik, kendimizi geliştirme fırsatı bulduk, yaptıklarımızı anlattık, çoğunlukla “bunu biz de yapabiliriz” dedik, epeyce şeyde de “keşke imkan olsa da bunu bizim ülkede de yapabilsek” demek zorunda kaldık. İnşallah o noktaya da yakın bir zamanda ulaşırız. Ama bugün, bir konuşmada geçen bir kavram üzerine eğilmek istiyorum, İngilizcesi “epistemic humility” sanırım dilimize de “bilgi sahibi olmaktan doğan alçak gönüllülük” diye tercüme etmek mümkün. Ben filozof değilim, onun için bu kavramın kökleri, “tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” türü bir konuşmaya girmeyeceğim. Onun yerine özellikle sosyal medyada sıkça karşılaştığımız bir durumla bağlantılı olarak bu kavramı değerlendirmeye çalışacağım. Yazacaklarım tamamen benim görüşümdür, tartışmaya da kesinlikle açıktır.
Öncelikle çoğumuzun bolca duyduğu Dunning – Kruger Etkisi’nden bahsetmek istiyorum. Gene teorisine fazlaca girmeden bu kavramı şöyle açıklamamız mümkün:
Konu hakkında hiçbir şey bilmediğimizde o konu hakkında fikir beyan edebilmek için kendimizi yetkin de görmüyoruz. Bu A noktasına karşılık geliyor. Birkaç YouTube videosu seyrettikten sonra bilgimiz artıyor bu konuda ve “Her şeyi ben bilirim” Tepesi’ne ulaşıyorsunuz. Bu tür arkadaşlara sıkça rastlıyoruz. Konunun uzmanlarına “benim gördüğüm videoda öyle demiyordu, sen bilgilerini bir kontrol et istersen” özgüvenine bu noktada kavuşuyor insanlar. Ama video seyretmekle kalmayıp biraz daha öğrenmeye başladıklarında öğrendiklerinin ne derece az olduğunu ve öğrenmek için daha ne çok şey olduğunu algılamaya başlıyorlar. C noktasından sonra zorlu bir öğrenme süreci başlıyor. Öğrendiğiniz her bilgi sizi Aydınlanma Yokuşu’nda biraz daha yukarıya taşıyor. Öğrenilebilecek her şeyi öğrenmek elbette mümkün değil ama yeni öğrendikleriniz tüm bildiklerinize daha az şey katmaya başladığında da artık o konuda uzman sayılıyorsunuz. Sürdürülebilir bilgi o noktada sadece yeniliklere açık olmak anlamına geliyor.
Şimdi gelelim iklim krizine: Öncelikle, herkes iklimi biliyor ve herkesin bu konuda bir fikri var. Bu neredeyse kimse tam olarak A noktasında değil anlamına geliyor. Ancak bize bilgiyi sağlayacak çoğu kaynak da Aydınlanma Yokuşu’nda daha başlangıç noktasında olduğundan arada pek çok yanlış bilgi doğru kanallardan bile yayılabiliyor. İklim konusunda kendi dilimizde fazla yayın üretmediğimiz için, çoğu zaman, özellikle haberler, yabancı kanallardan tercüme ediliyor. Bu tercüme haberlerde de işin bilimsel temeli çoğunlukla eksik kaldığından yanlış çıkarımlar olabiliyor. Mesela bu haftadan bir örnek: “İklim değişikliği nedeniyle son on yılda buzulların %2’si eridi.” Gayet iyi niyetli bir haber ama gerçek kaynağına gittiğimizde eriyenin Grönland, Antarktika ya da Kuzey Buz Denizi buzulları değil; Himalayalar, Alpler, And Dağları ve Alaska gibi bölgelerde dağların üzerindeki buzullar olduğu anlaşılıyor. Bu da yeryüzündeki buzulların çok küçük bir kısmını temsil ediyor. Bu, aydınlanma yokuşunun başındaki bir haber kaynağının eksikliğinden kaynaklanıyor ve çok üzüleceğimiz bir hata değil.
Biraz daha kötü bir hata günümüzde iklim krizi popülerleşmeye başladığı için her bilim alanının kendi çalışmasını iklim krizi ile bağdaştırmasından oluşuyor. Gene bu haftadan bir örnek verelim: “İklim değişikliği depremlere yol açabilir.” Evet, iklim değişikliği depremlere yol açabilir ve açacak da. Ama Grönland ve Antarktika üzerinden kilometrelerce kalınlığındaki buz tabakası tamamen eriyip o kara parçaları metrelerce yukarı yükseldiğinde bu olacak, yani yüzlerce ile binlerce yıl zaman aralığında. Daha da önemlisi, bizim ülkemizi pek de etkilemeyecek bu. Çok aşırı yağış alıp barajlar dolduğunda bu altımızdaki kaya tabakasına bir etki yapıyor mu? Elbette yapıyor ama bu tür bir değişikliğin üreteceği depremleri sismik aletler bile zor ölçüyor, yani çok ufak depremler. Ülkemizdeki dev depremleri tetikler mi? Kesinlikle hayır. Ama bir akademisyen haber peşinde koşan genç bir basın mensubu ile konuştuğunda dikkatli olmazsa “iklim değişikliği depremlere yol açıyor” haberi çıkabiliyor. Akademisyen kendi alanında D ile E noktası arasında deprem olabilir dediğinde konuştuğu kişinin A ile B noktası arasında bir yerlerde olduğunu unutursa bu haberin ulaşacağı çoğu kişiyi hızla B noktasına taşımaya yardımcı olabilir. Ne yazık ki özellikle serbest bilgi akışının olduğu sosyal medyada doğru olandansa ilginç olan daha hızlı yayılıyor. Bu da kişilerin önemli kısmının B noktasında kümelenmesine neden oluyor.