İçinde bulunduğumuz devir, dijital dünyanın da sunduğu sınırsız uyaranla bizleri her an tüketime davet ediyor.
Pek çoğu yaşamsal olmayan ürün teklifiyle sarılı dört bir yanımız.
Hasbelkader karşımıza çıkan bir ürün teklifine normalden biraz fazla zaman ayırır, bir de üstüne ürünü incelemek üzere tıklayacak olursak diğer gün üzerimize teklif yağmuru boca ediliyor.
Bir de bakmışız ki, aslında ihtiyacımız olmayan ama ihtiyacımız olduğuna inandırıldığımız ya da alsak hiç de fena olmazmış gibi hissettirildiğimiz ürünler dikkatimizi çekiştirmeye başlamış.
Bir tane daha alsak dünyamızın değişmeyeceği, almasak da aç veya açıkta kalmayacağımız neler neler… Her bir meyve sebzeyi soymak için geliştirilmiş özel soyma aletlerinden gerekli gereksiz eşya düzenleyicilere, kimyasallarla yüklü kozmetik ürünlerden bir dünya tekstil malzemesine pek çok teklifle karşı karşıyayız.
Varlığının temeli ve devamlılığı tüketime bağlı olan sistem, insanları maruz bıraktığı bu ısrarlı teklif yağmuruyla insanları devamlı bir yoksunluk ve eksiklik hissine itmeye çalışıyor.
Eğer kendimizi yeterince iyi tanımıyor ve ihtiyaçlarımızı doğru bir şekilde tespit edemiyorsak; tüketim alışkanlıklarımızı ele geçirip bizleri aslında ihtiyaç duymadığımız şeylere ihtiyacımız olduğuna ikna etmeye çalışan ve ihtiyacımızın ötesinde tüketim yapmaya teşvik eden bu vahşi sistemin rüzgarına kapılıp gitmemiz kolaylaşıyor.
Halbuki ayrılmaz bir parçası olduğumuz doğa ile yakın ve canlı bir ilişki içinde kalabilirsek; her bir yanımızın, içimizin dışımızın doğanın hali hazırda barındırdığı ve hayata sunduğu bolluk, bereket ile çevrili olduğunu hissedebiliyor kalbimiz, görebiliyor gözlerimiz.