Güzel görünüşü, hoş kokusu ve çok renkli oluşuyla gül binlerce yıldır insanların en çok ilgi gösterdiği bitkilerden biri oldu.
Gül tarih boyunca güzelliğin, gençliğin simgesi olması yanında geçiciliğin de simgesi oldu. Pek çok tanrı ve tanrıça için yapılan törenler dışında ölüler için yapılan dinsel törenlerde de kullanıldı. Güzel görünüşü, hoş kokusu ve çok renkli oluşuyla gül binlerce yıldır insanların en çok ilgi gösterdiği bitkilerden biri oldu. Grek kadın şair Sappho’nun “çiçeklerin kraliçesi” diye nitelediği güle en erken Homeros’un ‘İlyada Destanı’nda rastlıyoruz. Homeros, Şafak Tanrıçası Eos’u, “Gül parmaklı şafak” olarak niteler. Bu nitelemenin tazelik, gençlik ve yeni başlayan bir şeyi tanımlamada kullanılmış olduğunu daha sonraki kaynaklardan anlıyoruz. Geometrik ve Erken Arkaik dönemde tanrı ve tanrıçalara layık görülen veya adı onlarla birlikte anılan gülün, Sappho ve Anakreon’la birlikte dünyevileştiğini, insanlar katına indiğini görüyoruz.
ANTİK DÖNEMDE GÜL ÇEŞİTLERİ
Kültür gülünün Anadolu’ya ve oradan batıya nasıl ulaştığını bilmiyoruz. Fakat genel görüşe göre gül, Çin (?) ve Persler üzerinden Anadolu’ya gelmiş olmalı. Günlük yaşama dair hemen her şeyi betimlemiş olan Eski Mısır’dan günümüze ulaşan resimler arasında gül tasvirine pek rastlanmazken metinlerde güle yer verilmiştir. Dolayısıyla gül, Eski Mısır’da Pers Kralı Kambyses’in Mısır’ı fethinden çok önce, muhtemelen MÖ 12.-11. yüzyılda, yetiştirilmese de bilinmekteydi. Modern yazarlar, Büyük İskender sonrası Grek Kültürü’nün doğuya yayılmasıyla gülün Mısır’da yetiştirilmeye başlandığını kabul eder. Homeros ve Hesiodos gibi MÖ 8. yüzyıl şairlerinin güle değinmelerinden, bu bitkinin değerli bir çiçek olarak kabul gördüğü bilinse de yetiştirilmesine ve türüne dair bilgiden yoksunuz. MÖ 5. yüzyılda ise tarihçi Herodot Makedonya’da, ‘Midas’ın Bahçeleri’ olarak adlandırılan yerde (Bermion Dağı etekleri) kendiliğinden yetişen altmış yapraklı gülün olduğunu ve bu gülün diğer güllerden çok daha hoş koktuğunu aktarır. Herodot’un burada sözünü ettiği gül, yaban gülüne benzer bir gül olmalıdır. Yazarın diğer güllerden de bahsetmesinden yola çıkarak en geç MÖ 5. yüzyılda çeşitli gül türlerinin bilindiğini veya yetiştirildiğini söyleyebiliriz. Tarihsel kaynakların yetersiz olmasına karşın, Batı’nın yeni gül türleriyle tanışmasının Büyük İskender’in Doğu seferleriyle ve daha sonra da Orta Çağ’da Haçlı Seferleri ile gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Güller hakkında ilk sistematik bilgiyi ve tanımlamaları Aristoteles’in öğrencisi Theophrastos’tan öğrenmekteyiz. Theophrastos, Aristo’nun hayvanlar için yaptığı sınıflandırmayı bitkilere uygulamış, ‘Historia Plantarum’ adıyla bilinen eserinde güle de yer vermiştir. Theophrastos bu eserinde üç gül çeşidinden bahseder ve bunların tanımlamasını yapar. Bu tanımlamalara dayanarak bunların rosa canina, rosa sempervirens ve rosa centifolia olduğu varsayılır. Roma döneminde ise Yaşlı Plinius’un anlatımlarından, parfüm yapmakta kullanılan güllerin bölgelere göre nitelik farkı olduğunu anlıyoruz. Yaşlı Plinius’un ‘Doğa Tarihi’nin XXI. kitabında çiçekler, çelenkler ve özellikle de güller üzerine yazdıkları, antik dönemdeki özellikle de Roma İmparatorluk dönemindeki güller hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olmamızı sağlar.