Eskiden anneler “Tabağında pirinç tanesi bırakma, arkandan ağlar” derlerdi, ben de oğluma yeni bir deyiş buldum: “Yediğin simidin susamını murdar etme, parmağının ucunu ıslatıp tabağındakileri tek tek topla ye.”
Nedenini anlatayım.
Bölgedeki ilk sonbaharımızda, Gökova Körfezi civarındaki tarlalardaki minik Kızılderili çadırlarının susam olduğunu öğrenmiştik.
Hayatımda simit, tahinli çörek, babamın en sevdiği yoğurt-pekmez-tahin karışımı ve helva dışında susamla ilgili bir bilgim yoktu. Bitkisinin neye benzediğini bile bilmiyordum.
Susam, diğer adıyla küncü, pedaliaceae ailesinden çiçekli bir bitki imiş. Birçok tanıdık bitki gibi o da Afrika kıtasından etrafa yayılmış. Dünyada bilinen en eski yağlı ürünlerden biri olarak kayda geçmiş. Son 3 bin yıl içerisinde evcilleşmiş. Bilimsel adı ‘sesamum indicum’. Tohumları yenebilen cinsi, ilk olarak Hindistan’da ortaya çıkmış. Susamın birçok başka yabani türü kurak topraklarda gelişmekte zorluk çekerken sesamum indicum kuraklığa dayanıklılığı ile öne çıkıyor. Kazılarda, MÖ 3500’lerde kömürleşmiş susam kalıntıları bulunuyor. İlk ticaretinin de MÖ 2000’lerde yapıldığı düşünülüyor.
Mısırlıların papirüslerinde tıbbi ilaçlar arasında yer almış, öyle ki Kral Tutankamon’un mezarındaki ganimetleri arasında susam sepetleri bulunmuş. Susamın yağını çıkaranlar için kimisi Urartular diyor, kimisi Etiyopya kaynaklı diyor. Kim ne diyorsa desin bugün Gökova’da susuz yetişebilen, yağ oranı da aroması da zengin susam sofralarımızı süslüyor.
Dikimi, bakımı zahmetsiz. Tek yıllık bir bitki. Boyu 50-100 cm civarında. Çiçekleri boru şeklinde, 3 ila 5 cm uzunluğunda, dört loblu bir ağzı var. Çiçeklerinin rengi beyazımsı eflatun. Tohum renkleri değişiyor ama bizim buradakiler esmer. Kirli beyaz, devetüyü, ten rengi, altın, kahverengi, kırmızımsı, gri ve siyah olarak değişen türleri var.