Endüstriyelleşen agave tarımı, sadece yarasalar için değil agaveler için de büyük bir tehdit oluşturuyor. Zira bitkinin çoğalmasını sağlayan yarasalar olmazsa agave de olmaz. 10 milyon yıldır birlikte evrimleşen bu iki türün kaderi birbirine bağlı.
Çöllerde ve kurak iklimlerde çok az suyla hayatta kalabilen, yavaş büyüyen, Sabırgiller olarak da bilinen Agavaceae familyasından gelen agave (sabır otu, sabır ağacı veya sabırlık) en az 9 bin yıldır insanlık tarihinin bir parçası.
Agave, Meksika’nın ortalarından Kosta Rika’nın kuzeyine uzanan Mezoamerika bölgesinde kutsal olarak kabul ediliyor ve bölgedeki yerlilerin kültüründe bir bitkiden çok daha fazlasını ifade ediyor.
İspanyol sömürgeciler, bölgeye ilk geldikleri andan itibaren bu kutsal ve şifalı bitkinin önemini kavramışlar. 1519’da V. Carlos‘un sefiri agaveyi şöyle tanımlamış[1]:
“Doğanın herkesçe bu kadar önemsenecek, bu kadar saygı duyulacak, bu kadar etkilenilecek başka hiçbir bitki yaratmadığı kesin.”
Bitkinin adı da uyandırdığı bu hayranlıktan geliyor. Agave, Yunancada “şanlı” ve “takdire şayan” demek. Bu adı bitkiye 1753’te İsveçli doğa bilimci Carl Linnaeus vermiş.
Agave cinsine bağlı en yaygın türlerden biri olan agave americana, ülkemizde de Akdeniz ve Ege bölgelerinde yetişebiliyor. Bodrum’da yol kenarlarında sıkça rastlanan bitkiyi Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün kitabında şöyle tanımlıyor:
“Sabırlık vardır, güneşin ateş yağdırdığı iklimlerde biter. Anasının memesini tutup emen yavru gibi, toprakları kavrayan köklerinden, uçları süngülü dik yapraklarını salar. Cehennemde yanan ifrit gibi, on yıl alevlerde yavaş yavaş büyür ve güneşte parlayan bitkisel bir anıt olur. On yıllarca aldığı ışıkla sıcaklığın -bir kıymığını bile alıkoymadan- yeni bir kılıkta yine yaratılışa verir. Böylelikle, en yalın tanımıyla iyi insana benzer. Hayattan aldığını fazlasıyla gene yaşama verir.”