Metropollerde ev sahipliği oranı düşüyor, kent yoksulluğu artıyor. Gündelik yaşam pratikleri değişiyor ama kültürel değerler değişime direniyor çünkü değişime güvenemiyor. Ne kentler eski bildik kentler ne seçmen ne tüketici ne de çalışan olarak bireyler. Arada kalmış, bedenleri ile ruhları ayrışmış, korkuları beklentilerine baskın, kimliğine sığınmış…
İstiklal Caddesi’nin 2012 ve 2013 yılları (kaynak: iStock)
Son yıllarda hayatımıza giren ve bugün neredeyse tüm kurumsal yapıların mottosu haline gelmiş ya da peşine düştükleri bir kavram var: Büyük veri (Big Data). Büyük veri, hacmi ve çeşitliliği son derece hızlı biçimde artan veri yığını anlamına geliyor. Bu tanımın üç ana unsuru var. Birincisi verilerdeki büyüklük ya da hacim. İkincisi verileri toplama, analiz, yorum ve karşı eyleme geçmekteki hız. Üçüncüsü de verilerde ya da veri kaynaklarında çeşitlilik.
Gündelik hayatımız mobiliteye, internete ve dijital dünyaya kayıyor. Her türlü insani hareket ya da hayatın her bir alanı, gündelik pratik, alet edevat, ekipman her bir hareketi veri olarak derleme imkanına kavuştu. İster internette haber okuma ya da gezinme ister alışveriş ister hareket, ilişki, mesajlaşma olsun, her türlü yapılandırılmış, yapılandırılmamış ve yarı yapılandırılmış verileri derlemek imkânımız, teknolojimiz, kapasitemiz var artık.
Ama veri denilince kollamamız gereken iki unsur daha var, derlediğimiz veriler ne kadar doğru ve bunlara ne kadar güvenebiliriz?
Doğru ve güvenilir veri yığınlarını derledikten, sahip olduktan sonra da yeni bir aşama var. Şimdi meselemiz bunca farklı kaynaktan, konuya-alana-zamana-mekâna bağlı hareketten bir sonuç çıkarmak. Sonra da bu çıkardığımız sonuca göre bir karşı eylem, aksiyon planlamak ya da süreçlerini, meseleleri yönetmek için harekete geçmek.