Bu durumda “çocuklar mı köpekler mi?” buyurun tercih yapın: Bunca acıdan, gayretten, çabadan sonra toplumun önüne çözüm diye getirilen ağır soru budur: 30 gün içinde sahiplenen çıkmazsa uyutalım mı? Sahipsizlerin dünyası değil bu dünya!
Ceren Bayar’ın haberinden öğrendik, uzun bir süredir gündemde olan sokak hayvanları hakkındaki düzenlemenin yola çıktığını.
Neden gündemdeydi?
Çünkü sabahın köründe okula gidip gün battıktan sonra dönen çocuklara köpekler saldırıyordu. Çocukları geçtik, kadınlar, yaşlılar, engelliler de köpek saldırıları yüzünden tehdit altındaydı. Özellikle de önce sahiplenilip sonra sokağa terk edilen köpeklerin toplanıp atıldıkları şehirlerin kıyılarındaki yoksul bölgelerde bu olaylar sıkça yaşanmaya başlamıştı.
Nasıl başlamıştı?
Belediyelerin bu sorunla ‘mücadele’ etme anlayışı uzun yıllar boyunca ‘imha etmek’ olarak süregeldi. Uzun yıllar? 1910’da 80 bin köpeğin toplanıp bırakıldığı Hayırsız Ada’da açlıktan birbirlerini yiyerek ölüp gitmelerinden beri! Belki daha da eski. Belediyeler eliyle zehirlenerek, vurularak ‘sorunları çözülen’ binlerce can… Herkesin gördüğü, bildiği ama yıllar boyunca kimsenin doğru düzgün ses etmediği bir katliamdı bu. Hayvan hakları için mücadele edenlerin örgütlü tepkileri, şimdi sokak köpeklerinin tehdidi altında oldukları söylenerek bu yeni yasaya gerekçe yapılan çocukların yaşadıkları dehşetin haberlere yansımasıyla başlatılan katliamı tamamen durdurmasa da rahat rahat yapılmasını yavaşlatabildi.
Peki ya sonra?
Sonra petshoplarda köle pazarı gibi hayvan satışları devam etti; sahiplenilip sokağa bırakılan yavrucuklar yeni sürüler oluşturdular, şehirlerin kıyılarında yaşam kavgalarına devam ettiler ve sayılarının artması sürdü. Belediyeler, ‘oradan al oraya taşı göze görünmesin en azından’ dedi, Ankara ‘bizim işimiz değil’ dedi. Sonra da ‘çocuklara saldıran köpek’ haberleri gelmeye başladı…