İstanbul’da dünyaya geldi.
Bakırköy’de büyüdü.
Yaşıtları sokakta oynarken, o mutfakta oynuyordu, yemek yapmak en sevdiği oyundu, henüz sekiz yaşındayken, arkadaşlarını eve davet edip, onlara köfte pişiriyordu, tost yapıyordu, salata yapıyordu.
Televizyonda çizgi film seyretmek yerine, annesiyle birlikte aşçı Ümit Usta’nın programını seyrediyordu, yemek tarifleri öğreniyordu.
Anadolu liseleri giriş sınavında, birinci tercihine Mengen Aşçılar Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’ni yazdı, kazandı.
Dört yıl yatılı okudu, mezun oldu.
İstanbul’a döndü, Ritz Otel’in restoranında staja başladı, restoranın şefi üç Michelin yıldızlı Fransız efsane Paul Pairet’ydi.
Stajdan sonra, gözü kararttı, cebinde sadece 300 dolar ve sırt çantasıyla, Çin’e gitti.
Henüz 19 yaşındaydı.
Yabancı dil bilmiyordu.
Quigdao’da çalıştı.
Pekin’e geçti.
Singapur’a gitti.
Danimarka’ya Kopenhag’a gitti, dünyanın en iyi restoranı kabul edilen Noma’da çalıştı, Noma tarihindeki ilk Türk şef oldu.
İngilizcesi hâlâ çat pattı, Tarzanca konuşuyordu.
Ama damak tadında, herkesin ilk görüşte anladığı bir yetenekti.
Hong Kong’a geçti.
Japonya’da Tokyo’da, üç Michelin yıldızlı Japon restoranında çalıştı.
Tayland’a Bangkok’a gitti.
Artık baş aşçıydı, emri altında 120 aşçı çalışıyordu.
Michelin rehberine girdi.
Restoranı, Asya’nın en iyi 50 restoranından biri olmuştu.
34 yaşındaydı.
Bir gün kendisiyle başbaşa kalmışken, hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçerken, kendi kendine “ben niye buradayım” diye sordu.
“Çinli değilim, Japon değilim, köklerime geri dönmem lazım” dedi.
“Ne isem, o olmalıyım” dedi.
“Benim aslında bu bilgi birikimimle Kapalıçarşı’da olmam lazım, Kadıköy’de Beşiktaş’ta olmam lazım, İstanbul’da olmam lazım” dedi.
Kırmızı halıyla önüne serilen dünyayı bıraktı.
Geldi.
“Türk kültüründen, Türk mirasından esinlenmeliyim, Türkiye’de yetişen ürünleri kullanmalıyım” dedi.
“Turk” adıyla restoran açtı.
★
Fatih Tutak.
★
Türkiye tarihinin iki Michelin yıldızı’na layık görülen ilk şefi oldu.