Mehmet Yalçın
Turizm Bakanı ve ünlü rehberin direktörü, Türk restoranlarının da Michelin rehberinde yer alacağını müjdeledi. Michelin yıldızları, gastronomi dünyamızın yıldızını gerçekten parlatacak mı?
“Paris‘in depresif ve melankolik havasına karşılık İstanbul çok daha etkileyici. Hele de Boğaz kıyısındaki masaları… İstanbul Paris’e göre çok daha kucaklayıcı. Türk yemekleri de rakipsiz tazelikleri ve zarif sadeliklerinden dolayı çok güzeller. Türk mutfağı dünyanın en iyisi olmasa da, çok yakınında…”
Yeme-içme yazarlığındaki idollerimden Amerikan GQ dergisi yazarı Alan Richman 2012 yılında ülkemize gelmiş, “İstanbul yeni Paris mi?” başlıklı yazısında restoranlarımız için böyle demişti. Kurt yemek yazarı kentin altını üstüne getirmiş ve Türk mutfağına hayran olmuştu. Feriye‘deki perde pilavına, 360‘daki karamelize kaburgaya, Burgazada‘da yediği sigara böreğine bayılmıştı. İstinye Park’daki Borsa Restaurant‘ı çok klas ve “cool” bulmuş, “Lahmacun yediklerimin en çıtırıydı. İmambayıldı yediğimde de gözlerim mutluluktan yaşardı” diye yazmıştı.
Aradan sadece 10 yıl geçti ve ne Feriye Lokantası kaldı, ne de İstinye Park’taki o Borsa… Çıtır lahmacunlar ve kıtır sigara börekleri hâlâ yenebiliyorsa da, mutluluktan gözleri yaşartacak bir imambayıldıyı bulmak giderek daha zorlaştı.
Geçtiğimiz hafta restoranları derecelendirmesiyle ünlü Michelin rehberinin Türkiye’yi de kapsamına alacağı Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve Michelin Rehberleri Uluslararası Direktörü Gwendal Poullennec tarafından basın toplantısıyla duyurulduğunda, ilk önce bu yazı aklıma geldi. Turizm gelirleri yerinde sayarken restoranlarımızın ve mutfağımızın biraz daha tanıtıma ihtiyacı olduğu kesindi ama tanıtılacak hazinemiz de günden güne eriyordu. Covid-19 salgınına dayanamayan birçok restoran kapanmış, açık kalmayı başaranlar da yükselen gıda ve içki fiyatları ile müşterinin düşen alım gücü arasında sıkışmış, bıçak sırtında yürümeye başlamıştı. Dünyanın en iddialı restoranlarında görev yapmış birçok yetenekli şef hamburgerci, dürümcü ya da birahane açmış, evlerini geçindirme mücadelesi veriyordu. Ve Michelin, belki de gastronomimizin en zayıf döneminde geliyordu.
Pek çok ülke için yayınlanan Michelin rehberinin Türkiye’yi de kapsayacağı, geçen hafta duyuruldu.
Lastik üreticisinin promosyonuydu
Gizli müfettişlerinin en yüksek puanlar verdiği restoranları “makaron” denilen yıldızlarla ödüllendiren bu rehber, aslında ünlü lastik firmasının bir promosyonuydu. Temeli 1912 yılında Normandiya‘nın bir otelinde toplanan 40 yemek tutkununun kurduğu “Yüzler Kulübü” ile atılmıştı. Yozlaştığını düşündüğü Fransız mutfağını korumayı amaçlayan kulüp bir süre sonra Paris‘e taşındı ve her Perşembe öğlen yemeğinde dönemin en şık restoranı Maxim’s‘de toplanmaya başladı. Her üye gittiği restoranlarla ilgili değerlendirmelerini diğer üyelerle paylaşıyor, yıl bittiğinde bu değerlendirmeler basılarak sadece üyelere dağıtılıyordu. Lastik üreticisi Andre Michelin‘in 1921’de kulübe başkan seçilmesiyle birlikte bu veri tabanı firmanın çıkaracağı rehber için kullanıldı, kırmızı kapaklı rehberlerle lastik satın alanlara dağıtıldı.