Rize’nin çayı mı meşhurdur yoksa portakalı mı?
Bu soru bugün için çok saçma geldi size değil mi?
Bundan bir asırdan biraz daha uzun bir süre önce de bu soru saçmaydı.
O dönemde Rize için portakal, mısır ve pirinç kadar önemli ve çok yetiştirilen bir üründü.
Çayın ne adı ne de tarımı vardı o zaman.
İstanbul’daki kahvehanelerde adı üzerinde kahve içilirdi en çok, çay içme alışkanlığımız yoktu.
Bugün bir “Merhaba” kadar sık söylenen “Gel bir çayımı iç” cümlesi dilimize girmemişti.
Çay, Rize’ye büyük mücadelelerle geldi, Osmanlı’dan, Cumhuriyet’e devamlılığı olan nadir ürünlerden biri oldu.
Kaynaklara göre, çay yaklaşık
5 bin yıldır bizimle. M.Ö. 2737’de
Çin İmparatoru Shen Nung tarafından keşfedilmiş.
Hanedan üyelerinin mezar kazılarında bulunan çay takımlarına bakılınca çay keyfi kesintisiz devam etmiş.
Yazılı kaynaklarda Çin lügati Kuan Ya’da çıkıyor karşımıza çay; çay demlemeyi anlatmışlar 400 yılında.
805 yılında Japonya’da çay tarımı başlamış, 850’de çay Arap Yarımadası’na ulaşmış.
Hikâye uzun… Avrupa’ya ilk çay sevkiyatı 1606’da Çin’den Hollanda’ya yapılmış. Bu arada Çinlilerin çayı içme şekli bizden çok farklı ama ilk çaydanlık 1513’te Çin’de Yixing Gongchun tarafından yapılmış, ilk semaver 18. yüzyılda Rusya’da Ivin Lisitsin tarafından icat edilmiş.
Bu mış’lı miş’li kısımları geçip, bizim topraklara varalım hemen.
1870’li yıllarda İstanbul’da çay içme alışkanlığını başlatanlar aslında Balkan ve Rus göçmenler olmuş.
Çay öyle hızlı yayılmış ki çay tiryakisi olan Hacı Mehmet İzzet Efendi’nin, Çay Risalesi kitabı 1879’da basılmış. Topraklarımızda yetişmeyen çayın yetişmesi için Ticaret Bakanlığı, Padişah Abdülhamit’ten çay tarımı için izin alıp, Japonya’dan tohum getirtmiş. Bursa civarında yapılan ilk deneme başarısız olmuş.