Pandemi yalnız beyaz Türklerin yoğunlaştığı Bodrum, Datça ve Ayvalık’ı dolduracak değil ya, Bingöl Yayladere’ye bağlı pek çok köy de aldı payına düşeni.
Pandemi yalnız beyaz Türklerin yoğunlaştığı Bodrum, Datça ve Ayvalık’ı dolduracak değil ya Hozavit, Güneşli, Mürün ve daha niceleri, Bingöl Yayladere’ye bağlı pek çok köy de aldı pandemiden payına düşeni.
Önceleri büyük kentlerde çalışıp emekli olanlarla yurtdışında çalışanlar yazları gitmeye başladı, bir zamanlar çeşitli nedenlerle terk edilmek zorunda kalınan köylere. Babadan kalma evlerin kapıları açıldı birer birer. Son yıllarda ekonomik durgunluğun artırdığı gidişler, pandemi ile zirve yaptı. Öyle ki “40 yıldır ilk kez şenlendi bu köyler, ilk kez kışın bacalar yeniden tüter oldu” diye tarif edildi. Unutulmaya yüz tutmuş işler hatırlanır oldu. Eskiden önemsenmeyen yiyeceklerin son yıllarda organik tüketime artan ilgiyle ekonomik bir faaliyete yol açmasıyla bambaşka bir yoğunluk gözlenir oldu, koca koca dağların ardındaki köylerde.
Makbule Aslan: Salgın öncesinde insanlar dönmeye hevesliydi, yavaş yavaş ev yapmaya başlamışlardı, çünkü şehirde hayat pahalı, geçim zor, hava pis, her yer çok kalabalık. İnsanın üstüne üstüne geliyor her şey.. Kışın olmasa da yazın vakit geçirirlerdi, şimdi kışın da kalmaya başladılar.
Arazinin bol, ağacın çeşitli, toprağın verimli olduğu topraklar, çalışmayı sevmeyeni bile bir işin ucundan tutturuyor. “Geldiğimizde bostan ekiyoruz. Her şey ekiliyor, fasulyeden domatese, kabaktan reyhana, kavundan nohuta… Bir de çok meyve ağacı var. Meyvesi bol yerler. Dut, kayısı, erik, ceviz, elma, armut… Her şey var. Gücü olan topluyor, kurutuyor” diye anlatıyor Makbule Aslan. Kışlık domates konservelerimizden kuru elma, armut, duta kadar her şeyi burada kendi bahçelerinde yetiştirip getiriyorlar. Kurutulmuş patlıcandan domatese pestile akla gelebilecek pek çok şey…
BAŞIMIZI KALDIRAMIYORUZ
Gerçi bu rüya gibi görünen tablonun olumsuzluğu yok mu? Onu da Birinci Ocak anlatıyor: “Valla canım, kocam emekli olunca hep gelmek istiyordu. Yazları geliyorduk. Hava güzel, köyümüz güzel, ömrümüz uzar diye kandırdı beni. Gel gör ki burada başımızı duttan, pekmezden, hayvandan kaldıramaz olduk…”
Tavuk, hindi, dana, inek, arı ve bostanlar hepsi Birinci Ocak ve eşi Kemal Ocak’ın ellerinde hayat buluyor… Böyle güzel ekmekler de cabası…
Ama böyle sitemli konuşmasına aldanmamak gerek Birinci’nin… O, o adını gerçekleştirmek ister gibi hem de keyifle yapıyor bütün işleri.. Dutlar silkelendiğinde, toplandığında, kaynatılıp, süzülüp pekmez yapılırken… İnekleri sağarken, yoğurdu mayalarken, hatta arılarla ilgilenirken yüzünde hep muzip bir ifade…
Tamam, işler ağır ama burada birisinden hastalık mı kapacağım korkusu yaşamıyorlar. Yaptıkları şeyler ekonomi olarak ellerini rahatlatıyor. Kavurma, tereyağı yapıp İngiltere’ye bile gönderiyor Birinci.
MASKESİZ HAYAT
“Eskiden gelenler yazın kalır, kışlıklarını yapar giderlerdi. Bakma sen burada böyle konuşuyoruz ama hayat da o kadar zor değil. Sonuçta istersen yaparsın istemezsen yapmazsın. Ekmeği ister kendin pişirirsin ister sipariş edersin, kasabadan getirirler” diyen Birinci, salgın hastalıktan sonra özellikle, kanser, KOAH ve başka hastalıkları olanların köyde kaldığını anlatıyor. Eşi de şimdi köyde olan Birinci, çocukları yoklamaya geldiği İstanbul’dan bir süre sonra köye dönecek. “Çünkü; orası güzel valla, maske takmak zorunda değiliz. Zaten evler birbirine uzak. Herkesin bahçesi geniş, misafirliğe gitsen bile yan yana olmak zorunda değilsin… Erkekler İstanbul’da kahvelere gideceğine buralarda, tertemiz vakit geçiriyor fena mı…” diyor.
Diyelim ki Elazığ üzerinden Karakocan, Yayladere’ye gittiniz… Pandemi nedeniyle kapalı olan Hasköy kaplıcasına giremeseniz de güzel bir kuzu kapama yiyebilir, Munzur’un kollarından birinin kenarında güzel bir gün geçirebilir, hatta mevsimine göre yüzebilirsiniz… Göller ve yüzer adaları ziyaret eder, son derece etkileyici şelale kenarında bir şeyler atıştırabilirsiniz….
Kaynak: www.cumhuriyet.com.tr