Menekşe Tokyay
Enstitüler kapatılmasalardı, Anadolu’nun dört bir yanına aşılanan sanat bilgisi ve sevgisi tıpkı bir Anadolu Ateşi gibi yakıcı, parlak ve dinamik müzisyenler yetiştirip ülkenin ve dünyanın dört bir yanına gönderir miydi? İnsan hayal etmekten alıkoyamıyor kendisini…
Geçtiğimiz günlerde Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 82. yıldönümüydü. Erken Cumhuriyet döneminde, toplumun her katmanına aydınlanmayı taşımak üzere kurulan bu bilimsel, demokratik ve nitelikli eğitim modeli içerisinde çoğu zaman gözden kaçan yön ise, verilen müzik eğitimiydi.
Köy Enstitüleri’nin misyonu gereği, bozkırdan yaylaya, dağ başından sahil kasabalarına dek tüm çocuklar sadece okuma yazmayı öğrenmekle kalmadılar. Köyde toprağa tohum ekmeyi, buğday üretmeyi, hayvanlarını gerektiğinde tedavi etmeyi, ama bunun yanı sıra mandolin, bağlama, piyano ve keman çalmayı da resim ve heykel gibi görsel sanatları da öğrendikleri gibi her yıl Tolstoy’dan Shakespeare’e, Çehov’a 25 dünya klasiği okumakla yükümlü oldular.
Zaman zaman kendimi “eğer bu enstitüler kapatılmasaydı günümüz Türkiye’sinde müzik eğitimi nasıl olurdu?” sorusunu sorarken buluyorum.
Yaklaşık 17 bin mezun veren Köy Enstitüleri, Türkiye için yarım kalmış bir rüyaydı aslında. Aradan geçen 82 yıla rağmen Köy Enstitüleri unutulmuyor ve halen topluma serpiştirdiği kocaman hayalleri, hedefleri ve gerek eğitsel gerekse toplumsal düzeyde temelini attığı mücadelelerle anılıyor.