İrfan Donat
İtalya, katma değerli üretim ve markalaşma stratejisi ile 55 milyar dolarlık tarım ve gıda ihracatına imza atıyor. Başarının ardında kırsal kalkınmaya verilen önem, çiftçinin korunan prestiji, coğrafi ürünlerin arkasındaki hikâye ve tüketici taleplerini gözeten inovatif yaklaşım yatıyor.
Geçen hafta, Rönesans’ın doğduğu şehir Floransa’daydık. Donatello, Michelangelo ve Leonardo da Vinci’lerin şehri…
Medici Hanedanlığı’nın 300 yıl süren hâkimiyetine ev sahipliği yapan kent…
Dört günlük seyahatin ardından sizlere Floransa’da yediğimizi, içtiğimizi anlatmayacağız ama gördüğümüz, okuduğumuz ve duyduklarımızdan bahsetmezsek olmaz.
Çünkü İtalya’nın kırsalında tarım ve gıda sektörüne dair gözümüze çarpan önemli ve ilginç anekdotlar var.
Bu yazıdaki gözlem ve tespitlerimiz sadece son seyahatimize dayalı değil. Daha önce de farklı zamanlarda İtalya’yı ziyaret etme ve kırsalını gözlemleme şansımız olmuştu. O yüzden bu yazımız tüm bu seyahatlerin bir derlemesi niteliğinde.
Son gidişimizde Floransa’nın merkezinden yaklaşık bir saat uzaklıktaki Toscana Vadisi’nde üzüm bağlarını ve restoranları ziyaret ettik.
Ve İtalya’da yaygın olarak bilinen bir deyişe şahit olduk: “Yemek, İtalya’nın ilk zenginliklerinden biridir.”
Bir ülkenin tarım, gıda ve turizm sektörleri arasında nasıl bir sinerji yarattığını ve işin içine inovasyon ile pazarlama bilimini ekleyip küresel manada nasıl bir marka oluşturduğunu daha net gördük.