Türkiye’nin ne yazık ki bütüncül bir iklim politikası bulunmuyor. İklim, kuraklı ve diğer ekolojik sorunlar kalkınma, ekonomi ve enerji politikalarının gölgesinde bırakılıyor. Bu politikalar ise çevresel önlem ve sorunları kalkınma, ekonomi, enerji gibi alanların karşısında görüyor.
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Gündem Özel” sohbetimizde sorularımızı yanıtlarken, “İnsanların ekosistemde kendine diğer ekosistem bileşenleri kadar pay ayırması gerekirken, kontrolsüzce payını artırması iklim krizini her geçen gün derinleştiriyor” dedi. Deniz Ataç, iklim krizinin yıkıcı etkisini şu mesajla ortaya koydu: “İklim krizi, soluyacak hava, içecek su, barınacak yer bulamamak kadar gerçek ve hayati riskleri barındırıyor.” TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç’a sorularımız ve yanıtları şöyle:
YETERLİ PLANLAMA YOK
Son dönemlerde seller, sıcak hava dalgaları, denizde müsilaj, orman yangınları ile somut şekilde kendini daha çok gösteren afetler neyi ifade ediyor? Küresel ısınma kaynaklı iklim krizi derinleşiyor mu?
Uzun zamandır doğaya yapılan müdahalelerin sonuçlarını (seller, sıcak hava dalgaları, orman yangınları vb.) tüm gezegen ile birlikte yaşıyoruz. Ancak hepsi bir arada değerlendirilmediğinde sorunun büyüklüğü ve temel nedenleri pek anlaşılamıyor. İnsanların, ekosistemde kendine diğer ekosistem bileşenleri kadar pay ayırması gerekirken, hiyerarşinin üst basamağına çıkarak kontrolsüzce payını artırması ve diğer bileşenlere yaşam alanı bırakmaması, söz konusu krizi her geçen gün derinleştiriyor.
Soluyacak hava, içecek su, barınacak yer bulamamak kadar gerçek ve hayati riskler barındıran iklim krizi her geçen gün derinleşerek yıkıcılığını ortaya koyuyor. Ancak, ne yazık ki mevcut doğal koşullara uyum sağlayacak yeterli planlama bulunmuyor. Örneğin; Karadeniz Bölgesi’nde meydana gelen selleri ele alacak olursak, selin bir afet halini almış olmasını sadece ve doğrudan iklim krizine bağlayamayız. Meteorolojik ve coğrafi koşulları belli olan bir bölgede, mevcut veriler riskleri yıllardır tanımlarken, kentlerin yapılanmasının bu koşullardan bağımsız şekilde ele alınması, planlamaların bilimsel verilere dayandırılmayışı ve projelendirme süreçlerinin belli bir koruma ölçütü olmadan rastgele seçilimi gibi etkenler de afetlere zemin hazırlıyor.
The Economist, Paris İklim Anlaşmasını imzalayan devletlerin verdikleri sözleri tutmadığını hatırlattı. Ayrıca küresel ısınmanın da kritik eşik olarak görülen 2 dereceye varmadan devletlerin gerekli önlemleri almakta başarısız kalacağını iddia ediyor. “Küresel ısınmaya uyum sağlamaktan başka çare kalmadı” diyor. Bu bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Küresel ısınmaya alışmaktan başka çare kalmadı mı?
Paris İklim Anlaşması’nı bu kadar önemli bir belge haline getiren şey, ülkelerin neredeyse tamamının iklim değişikliğini, dünyanın en büyük ortak sorunu olarak kabul etmeleri ve bu soruna hep birlikte çözüm bulmak zorunda olduklarını beyan etmeleridir. Anlaşmanın bir diğer kritik önemi ise, iklim değişikliğini yaratan nedenleri açıklayan bilimsel bilgilerin esas alınmasıdır. Anlaşmada doğrudan, dünyada iklim konusunda en önemli kuruluşlardan biri olan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 1.5 derece raporu esas alınıyor. Anlaşma kapsamı gereği, ülkeler ‘iddialı’ denilebilecek sera gazı azaltım hedefl eri taahhüt etmişlerdir.