Prof. Dr. Osman Erk, yeni kitabı ‘Bağışıklık Diyeti’ni SÖZCÜ’ye anlattı: Erk, birçok ölümcül hastalığın sebebinin yetersiz bağışıklık sistemi olduğunu söyledi. “Dengeli ve yeterli bir bağışıklıkla insanların hasta olması mümkün değil” dedi, önemli tavsiyelerde bulundu…
30 yılı aşkın süredir İstanbul Tıp Fakültesi Acil Dahiliye Servisi’nde görev yapan Prof. Dr. Osman Erk, akademik yaşamının son 15 yılını beslenmeyle hastalıklar arasındaki ilişkiyi araştırarak geçirdi. Bu alandaki çalışmalarını sağlıklı yaşam kılavuzu olarak hazırlayan Erk, SÖZCÜ Kitabevi’nden çıkan yeni kitabı ‘Bağışıklık Diyeti’nde bütün hastalıkların bağışıklığımızla bağlantısına dikkat çekti. “Bağışıklığımız güçlüyse vücudumuz da güçlü” diyen Erk, tüm dünyayı etkisi altına alan corona virüsü sürecinde bağışıklığın öneminin bir kez daha görüldüğünü vurguladı.
2 YILLIK BİR ÇALIŞMA
– Pandemi süreci bağışıklığın önemini herkese hatırlattı. O yüzden mi bu kitabı hazırladınız?
2 yıldır üzerinde çalıştığım bir kitaptı. Pandemi süreci ise hızlandırdı. “Sağlığını Yeniden Keşfet” kitabımın bir devamı oldu. Bağışıklığımız çok önemli. Çünkü bütün hastalıklarla bağışıklık sistemi arasında bilimsel olarak bağlantı var. Bağışıklığınız güçlüyse hastalıklara karşı vücudumuz da güçlü. Bağışıklığınız iyiyse ne enfeksiyona yakalanırsınız ne kanser olursunuz ne de kalp damar hastalıklarına yakalanırsınız. Günümüzde kanser, diyabet, kalp damar hastalıkları gibi insanların en fazla ölümüne ve hastalığına sebep olan hastalıkların aslında en önemli sebebi bağışıklık sisteminin yetersiz olmasıdır. Dengeli ve yeterli bir bağışıklıkla insanların hasta olması mümkün değil.
KIZI DA BABASININ İZİNDE…
Prof. Dr. Osman Erk kitabını hazırlarken, tıp fakültesi ikinci sınıf öğrencisi kızı Gönül Ece Erk de babasına destek oldu. Kitap için uluslararası kaynakları tarayan Gönül Ece Erk, ayrıca babasına kitapla ilgili önerilerde de bulundu.
NELER YAPMAK GEREK?
– Söylediğiniz güçlü bağışıklık için ne yapacağız?
Bu, 1-2 günde elde edilemez. Bu bir hayat tarzıdır. Uzun süre bağışıklık sistemini güçlü tutacak besinlerle yaşamak lazım. Aktivite, uyku, stres yönetimi, sigara, alkol gibi bağışıklık sistemini zayıflatan unsurlardan uzak yaşamak, iyimserlik kahkaha, hepsi bağışıklık sistemi için önemli. Formüllersek; taze mevsiminde üretilmiş yerel, mümkünse organik, içinden bir şey alınmamış ya da eklenmemiş, doğadan her renkten, her tondan bitkisel besinleri tüketmeliyiz. Her öğünden önce salata yemeyi alışkanlık haline getirmemiz lazım. Günlük kalorimizin yüzde 10’u hayvansal gıdadan oluşmalıdır.
– Corona günlerinde insanların bağışıklığı güçlendirici vitaminlere yönelmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Vitamin ve mineral alımı vücut ve bağışıklık için çok önemli. Yediğimiz gıdalarda vitamin ve mineraller azalmış durumda. 1950’deki domatesin besin içeriği ile şimdikinin aynı değil. Çok fazla toksinlere maruz kalıyoruz. Vitaminlere ve mineral ihtiyacımız arttı. Takviyelerin alımı önemli ama dengeli bir beslenmenin yerini alamaz. Doktora danışılarak denetimli vitaminler alınmalı. Dengesiz ve yetersiz beslenirken vitamin almanın da bir anlamı yok.
‘BİZLER NE YERSEK OYUZ’
– Kitapta ‘ne yersek oyuz’ diyorsunuz.
Biz ne yersek oyuz ama bizim yediğimiz ne yerse de biz oyuz. Eğer hayvansal gıda tüketeceksek endüstriyel üretilmiş suni yem tüketen, hareket etmeyen güneş ışığı görmeyen bir hayvanın ürünü ile doğada serbest gezen hayvanın ürünleri birbirinden neredeyse yüzde yüz farklıdır. Bunlar yenildiği takdirde vücutta yangına yol açar.
İlaç sektörü insanların hastalanmasını bekliyor
– Sizi son 15 yıldır sağlıklı beslenme ve bağışıklık alanında araştırmaya yönlendiren ne oldu?
Beslenme her zaman tıp fakültelerinde ders olarak çok okutulmayan bir alandı. Ancak dünyadaki gelişmeler beslenme ve yaşam tarzı değişikliklerinin bütün hastalıklarda en önemli etkenlerden olduğunu bize gösterdi. Hastalıklar konusunda genetik özelliklerin payı yüzde 5 -10 civarında. Geri kalan yüzde 90 kadarı beslenme ve yaşam tarzı ile ilgili. Yani yediklerimiz bizi hasta ediyor.
– Yıllardır sağlıklı yaşam ve beslenme konularını tartışıyoruz. Sizce bir ilerleme kaydettik mi?
Modern tıp anlayışı, devasa hastaneleri ve ilaç sektörüyle insanların hastalanmasını bekliyor. Oysa tedavi etmeye çalışmak yerine insanların hastalanmamalarını temel hedef haline getirmek çok daha kolay ve insancıldır. Mesaimizin büyük kısmını hastalıkların önlenmesine, koruyucu tıbba ayırmamız lazım.
– Kitapta “Kaya tuzu da diğer tuzlar gibidir” diyorsunuz. Tuzdan uzak duracağız…
Tuz meselesi çok önemli. Zararlı olduğunu herkes biliyor ama tekrar vurgulamak istedim. Dünya Sağlık Örgütü, bir kişinin günlük 5 gram tuz tüketmesini söylüyor ama biz günlük 18 gram tuz tüketiyoruz ve tuz tüketiminde neredeyse ilk sıradayız. Fazla tuz tüketme nedeniyle her yıl dünyada 3.5 milyon insanın öldüğü araştırmalarla belirlenmiş. Yol açtığı hastalıkları da düşünün. Oysa rahatlıkla terk edilebilir. Himalaya tuzu, kaya tuzu için “çok iyi” demek de yanlıştır. Bunların da bilimsel kanıtının olmadığını ifade etim. Tuz tuzdur ve zararları aynıdır.
Türkiye bir organik tarım üssü olabilir
– Bağışıklık Diyeti diye bir diyet var mı? Nasıl uygulayacağız?
Akdeniz ülkesinde yaşıyoruz. Bütün Avrupa’da var olan 12 bin bitki çeşidinin 10 bini bizde var. Ama tarımı ihmal ettik. Çok fazla kimyasal kullanmaya başladık. Türkiye bir organik tarım üssü olabilir. Genel olarak bakacak olduğumuz şey, bitkisel beslenmenin daha sağlıklı olabileceğidir. Bitkisel beslenmenin en sağlıklı diyet olduğu, Japonya’nın Okinawa Adası’nda yaşayanların yaşam ömründe görülüyor. Adada yaşam süresi 99 yıla çıkmış. Bunun nedeni de yaşam tarzı ve beslenme özellikleri. Trafik yok, fabrika ve çevre kirliliği yok, hareket var. Bitkisel beslenme var.
Temiz su ve hava, sağlıklı yaşam için beslenmeden daha önemli
– Bağışıklık için su ve havanın öneminin çok büyük olduğunu yazmışsınız son kitabınızda…
Sağlıklı yaşam dediğimiz zaman hep beslenme aklımıza geliyor ama bizim ihmal ettiğimiz çok önemli iki başlık daha var: Su ve temiz hava. Hiçbir şey yemeden insan 1 ay yaşayabilir. Su içmeden 3 gün. Hava alamazsak ise birkaç dakika yaşayabiliriz. Demek ki beslenmeden daha önemli iki temel unsur var ama ihmal edilmiş durumda. Maalesef günümüzde yeterli ve kaliteli su içilmiyor. Hem az su içiyoruz hem de içinde kimyasalların bulunduğu ve çok fazla arıtamadığımız suları içiyoruz. Doğaya bırakılan toksin maddelerin dönüp dolaşacağı yer insan vücududur. Yerel yönetimlerin bu konuya eğilmesi gerek. Suyun içinde olmaması gereken unsurlar var. Mikrobik etkenlerin de olmaması gerek. Denetleniyor ama her koşulda mümkün değil. Amerika’da 42 eyalette yapılan araştırmaya göre içme sularının içinde 280 kadar toksin madde çıktı.
– Suyu PH değerine bakıp satın almak doğru bir yöntem mi?
Sadece PH değeri yeterli değil. Mutlaka alkali olması lazım. Vücuda gerekli minareleri içeriyor olması lazım. Her zaman sertifikalı su kaynakları tüketilmeli.
Prof. Dr. Osman ERK’in “BAĞIŞIKLIK DİYETİ” kitabını www.sozcukitabevi.com‘dan ya da 0 212 948 22 78
numaralı telefondan temin edebilirsiniz…
Kaynak: www.sozcu.com.tr