İrfan Yalın
1700’lü yıllar kakao acı suyunun aromalarla tatlandırılmasının, farklı pişirme yöntemleriyle yenebilir hâle getirilebilmesinin denemeleriyle geçmiş.
Amerika kıtasının keşfiyle kakao çekirdeklerinin Avrupa’ya taşınması sonrasında tanışılan çikolatanın ayak izlerinin üzerinde yapmaya çalıştığımız gezimizin zaman tünelinde bu hafta 1700’lü yıllar var. Gerek anavatanında gerekse de getirenler tarafından yıllarca ilaç olarak kullanılan ve acılığı ile anılan bu gizemli suyu bir şekilde yaşamın gözde yiyeceklerinden biri yapma adına verilen uğraşların doğal evrimi, aynı zamanda yüzyıllar içinde zirveye tırmanan evrensel bir lezzetin keyifli yolculuğuna bürünmüş.
Gezginlerin, maceraperestlerin, diplomatların, askerlerin, tacirlerin, denizcilerin dışında pek kimsenin farklı ülkelere gitmeye cesaret edemediği bu yıllarda yazılmış ve bugün koleksiyoncuların, kültür tarihleri araştırmacılarının gözünde çok değerli olan gezi notlarında çikolata yapımının geçirdiği evrelere, ilginç üretim tekniklerine, çekingen tadımlara ve bugün şaşırarak okuduğumuz sıra dışı yaşanmışlıklara sık sık rastlanılıyor.
Batı dünyasında yavaş yavaş yayılan çikolatanın 1700’lü yıllardaki yolculuğuna, o güne dek bilinen şifalı bir besin olduğu kabullenmesine hem keyif verici hem de besleyici özellikleri de eklenmeye başlamış. Bu asrın çok büyük bir kısmı içinde çikolata Avrupa’nın bazı şehirlerinde sistematik olarak satılan, bazı kişiler tarafından zevkle yenen ve içilen bir lezzet olsa da geniş halk tabakalarına yayılamamış. Her ne kadar bugün de çok kişinin sevdiği gibi, sabah kahvesinin yerini tutan kahvaltı içeceği olarak sunulduğu zamanlar varsa da, bu yüzyılda içine karabiber, kırmızıbiber ve farklı baharatlarla birlikte bira katılarak oldukça zahmetli bir şekilde hazırlanan çikolatalı ezmeler pastaneler yerine daha çok eczanelerde satılıyormuş.
İspanyollar ve Portekizlilerden sonra Avrupa’da çikolata yapma deneyimini yaşatan ve bu lezzete sahip çıkmaya çalışan İtalyanlar olmuş. Toskana Büyük Dükü III. Cosimo ve eşi Marguerite Louise d’Orleans için çikolata yemek o yılların yükselen tutkusu, parfümleri kadar önemliymiş. Misk, amber, ağaç kavunu ve limon kabuğu gibi aromalarla zenginleştirilen yeni tat, “yasemin çikolatası” olarak adlandırılmış ve çok kısa zamanda soyluların sofrasındaki en önemli değerlerden biri olmuş. Bu da demek oluyor ki; çikolata gelişmeye başlayan parfüm arayışları içinde hem hammadde olarak yerini almış, hem de acılığına farklı aromalar karıştırılarak çare aranmış.
1700’lü yıllar boyunca kakao acı suyu, farklı aromalarla karıştırılarak yenebilir hale getirilmeye çalışılmış.
Çikolata ünlü çapkın Casanova’nın ve ona benzemeye çalışanların gözdesi olmuş
Çikolata bu yüzyıl boyunca da standart ilaçlar arasında yer almaya devam etmiş; artan bir yelpaze içinde çok farklı hastalıkların tedavisinde kullanılmış. Hatta günümüzde de bilinen çikolatanın afrodizyak özelliklere sahip olduğu inancı lezzetinden önce yayılmış; 1725 yılı Venedik doğumlu, Giacomo Girolamo Casanova‘nın düşkünlük derecesinde çikolataya olan bağlılığı -belki de- ona benzemeye çalışanları da bu yeni lezzete yöneltmiş. Sivri dili, eleştirel kalemi yüzünden birçok kez sürgüne gönderilen, hapse atılan, kitapları yakılan Aydınlanma Çağı’nın en önemli filozoflarından Voltaire, ünlü eseri Candide (İyilik ya da İyimserlik) sayfalarında Kristof Kolomb‘un Amerika kıtasından Avrupa’ya getirdiği düşünülen frengi hastalığı ile Katolik Kilisesi’nin ikiyüzlülüğü arasında çikolatalı geçişler yapmış.