İdil Çimrin
Avrupa’da 13. yüzyıldan bu yana keyif maddesi olarak bilinen çay, eskiden olduğu gibi günümüzde de misafirleri en zarif biçimde ağırlama görevini sürdürüyor. Çayın çıkış noktasını araştırırken, dünyaca bilinen iki efsaneyle karşılaşıyoruz; biri Japon diğeri Çin kökenli.
Çinliler bu içeceği İ.Ö 2737 yılında keşfetmişlerdir. Efsaneye göre Çin İmparatoru Shen Nong, bahçesinde yabanıl bir çay ağacının altında otururken, kaynayan içme suyuna ağaçtan birkaç çay yaprağı düşüverir. Bu şekilde keşfedilen çay, Çin’de o gün bugündür içilen çaydır. Çayın anavatanı Çin olduğu halde, çay tarihi en iyi Japonya’da belgelenmiş. 6. yüzyılın sonlarında çayın, Tibet, Kore ve Japonya’ya girdiği tahmin edilmekte.
700 yıl boyunca Zen keşişlerinin keyifle içtiği çay, ancak 13. yüzyılda geniş halk kitlelerinin içeceği haline gelmiş. 1650 yılında Hollandalılar batıya yaptıkları yolculuklarda çayla tanışmış. Peter Stuyvesant ilk çayı Amerika’ya; o günlerde Hollanda kolonisi olan bugünkü New York’a getirmiş. 19. yüzyıla gelindiğinde ise tüm Kuzey Denizi civarı artık çayı tanıyormuş; özellikle de Hollandalı, İngiliz ve Kuzey Alman burjuvalar demlenen yapraklara düşkünlükleriyle anılmışlar.
SOĞUK ÇAY FİKRİ KİME AİT?
Bugün dünyadaki sudan sonra en yaygın içecek olan çay, soğuk olarak da içilebilir. Bu düşünce 1904 yılında Saint Louis Dünya Fuarı’nda İngiliz Richard Blechynden tarafından geliştirilmiş.
O yakıcı havada, sıcak çayını satmak için çareyi çayı buz küplerinin üstüne dökmekte bulmuş; böylece satışları birdenbire artmış. Poşet çay düşüncesi de müşterilerine küçük ipek torbacıklar içinde çay numuneleri gönderen New York’lu büyük tüccar Thomas Sullivan’a ait.
Çay, edebiyatta pek çok yazara ilham vermiştir ya da zaman zaman onların yapıtlarında anlamlı anları simgelemiştir. Tutkulu çay tiryakileri olan Henry James ve Rainer Maria Rilke örneğinde olduğu gibi… Henry James, ağzına kadar doldurduğu çay fincanında hep kendi yüzünü seyreder, Rilke ise bir fincandan fazla çay içmez, ama dumanı tüten çayı ilgiyle gözlemlermiş. Melankolik bir kişi olarak tanınan Nietzshe de ‘Neden bu kadar akıllıyım’ başlıklı yazısında çay tutkusundan şöyle söz eder: “Çay yalnız sabahları yarar; az, ama koyu olmamalı: Gerekenden bir damlacık açık olsa, çok dokunur, bütün gün kırıklık yapar.”
SAKİNLİK VE ZARAFET
Japon çay seremonisinin gerçek ruhu sakinlik, alçak gönüllülük ve zarafete dayanır. Çay töreni bir çay evinde; ‘cha-shitsu’da gerçekleşiyor. Usta hazır olduğunda birbirlerini sessizce selamlıyor ve bir su teknesinde ağızlarını ve ellerini yıkayıp loş ışıklı çay evinin alçak kapısından eğilerek içeriye giriyorlar. Ev sahibi misafirlerin yanında yalnızca dizleri üzerinde hareket edebiliyor.
Çay ustası, çay kutusunu ve kepçeyi, mor bir bezle simgesel olarak silip bir tastaki kaynar suyu süzgeçten çay kasesine döküyor. Bambu fırçayla çay kasesini simgesel olarak temizleyip suyu daha küçük bir kaba döküyor. Ardından ince uzun bir kaşıkla kutudan toz çayı alıp kaseye koyuyor. Çay ustası toz çayın üzerine kaynar suyu döküyor ve açık yeşil köpüklü içeceği küçük fırçayla çırpıyor. Her misafir bir yudum alıp çay mendiliyle kenarını sildiği kaseyi hafifçe eğilerek yanındakine uzatıyor. Çay ustası evinin kapısını açtığında çay töreni sona eriyor.
Hintliler ise çaylarını süt ve şekerle içer, Kuzey Afrikalılar yeşil çayı taze naneyle lezzetlendirir; Çinliler ise çaylarını içine hiçbir şey eklemeden içer.
TÜRKLER ÇAYLA NE ZAMAN TANIŞTI?
Türklerin çayla tanışması, İstanbul’daki bazı dükkanların çay ithalatı yapmasıyla başlamıştır. Çayın güzel bir içecek olduğunu fark eden Osmanlı, Çin’den getirilen çay fidanlarını Bursa’ya ektirmiş ancak ekolojik nedenlerden ötürü burada çay yetiştirilememiş. Yapılan araştırmalara göre Türklerin çayla tanışmasının daha öncelere dayandığı, ilk çay içen Türk’ün ise Hoca Ahmet Yesevi olduğu söylenmiştir.
Daha sonraki yıllarda Mustafa Kemal Atatürk, kahvenin pahalılığına karşı çayın Türkiye topraklarında yetiştirilebileceğini ve daha ucuza imal edilebileceğini düşünmüş. Türkler 20. yüzyıla kadar çayla çok haşır neşir olmasa da, 1900’lü yıllarda özellikle Rize’de çay yetiştiriciliği konusunda önemli bir büyüme gözlemlenmiş. 1930’lu yıllarda Gürcistan’dan alınan 70 tonluk siyah çay tohumları ekilmiş ve Rize’nin çay üretiminde yıldız olması sağlanmış. Dönem dönem değişiklikler olsa da, dünyada en çok çay üretimi yapılan 6 ülke arasındaki yerimizi korumaya devam ediyoruz.
DEMLİĞİNİZİ DOLDURMADAN ÖNCE SICAK SUYLA BİRAZ ISITMALISINIZ
Sıcak suyu demliğe bir anda boca etmek, çayın lezzetini düşüren uygulamaların başında geliyor. Oysa demliğinizi doldurmadan önce sıcak suyla biraz ısıtırsanız, sıcak suyu döktüğünüzde ısı kaybı oluşmaz ve çayınız daha iyi demlenir. Çayınızın aromasını kaybetmemesi için iyi bir çay demlemenin püf noktaları içinde demliğinizi sıcak suyla biraz ısıtmayı ihmal etmemelisiniz.
Çayınızı demledikten sonra demliği çaydanlığın üzerine oturtup orta ateşte 15-20 dakika demlenmesini beklemelisiniz. Bu süre zarfında ocağınızın ısısıyla oynamamalı, çayın çabuk demlenmesini sağlamak adına ateşi açmamalısınız.
LİMONLU BUZLU ÇAY
MALZEMELER
1 adet limon
Yarım su bardağı toz şeker
1.5 kahve fincanı çayın demi
2 litre su
YAPILIŞI: Normal bir şekilde çayımızı demliyoruz, ılınmasını bekliyoruz. 1.5 kahve fincanı çayı sürahiye boşaltıp tamamen soğumadan şekeri ilave edip karıştırıyoruz. Tam çözünmesi için sıcaklığını tam olarak yitirmemesi önemli. Sonrasında suyu ekleyip tekrardan karıştırıyoruz. Sonra bir adet limonun suyunu sıkıp döküyoruz. Çaya buz ilave ederek servis ediyoruz.
Kaynak: www.sabah.com.tr