Şevket Özügergin
TC Merkez Bankası’nca yapılan açıklamalara gore, Eylül ayı itibariyle ülkemizin cari işlemler fazlası 2,48 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Bu rakam,geçen yılın aynı ayına oranla 599 milyon dollar daha fazladır. 12 aylık cari fazla ise 5,895 milyar dolara ulaşmıştır.
Türkiye’nin geçtiğimiz yıllarda 70 milyar dolara kadar çıkan cari açıkları ,bu açığın finansmanında çektiği sıkıntı, dış kaynak bulmaktaki zorlukları dikkate alındığında, bugünlerde ulaştığımız cari işlemler fazlası olumlu ve sevindirici bir gelişmedir. Ancak hemen belirtelim ki, bu fazlalık, döviz gelirlerimizdeki artışlardan çok, döviz harcamalarımızdaki gerilemeden kaynaklanmaktadır. Ana sebep, ihracatımızda küçük bir gelişme kaydedilirken, ithalattaki hızlı gerilemedir. İthalattaki gerileme ise, ekonomik büyüme oranlarının hızla düşmesi ve iç talebin gerilemesi sonucudur. 2018 yılı son çeyreği ile bu yılın ilk iki çeyreğinde büyüme negatiftir yani daralma sözkonusudur. İşsizliğin artmasının temel nedeni de budur.
Ancak ülke ekonomisinin sürekli bir negatif büyümeyle yönetilmesi beklenemez. Büyümek için, yatırıma, üretime, piyasanın canlandırılmasına ihtiyaç vardır. Bunun için gerekli hammadde, ara malı ve yatırım mallarının önemli bir bölümü ithalatla karşılanmaktadır. Bu durumda ,doğal olarak döviz ihtiyacı ortaya çıkacak ve ülke kaynakları ile karşılanamayan ihtiyaç borçlanılacak ve cari açık giderek büyüyecektir. İthalat artışının öncü göstergesi Ekim ayında görülmüş, ithalat bir önceki ekim ayına oranla % 10 artmıştır. Bu yılın son çeyreğinde de büyüme oranının % 4 civarında gerçekleşmesi beklenmektedir.
Ekonomik büyümenin cari açığı zorunlu kılması ile cari açıksız büyümenin şart olduğu görüşleri ekonomistler tarafından uzun süredir tartışılan konulardan biridir. İlk görüş yanlıları, refahın arttırılması, istihdam hacminin büyümesi, ekonominin canlanması için gerektiğinde dış kaynaklardan yararlanılması gerektiğini öne sürmektedir. Bu durumda ithalat hızla artabilecek ve cari açıklarla karşılaşılacaktır. Özellikle dış kaynağın bol ve ucuz olduğu dönemlerde bu görüş daha yaygın hale gelmektedir. İkinci görüşe göre ise, ekonomik büyümenin sağlanması için, cari açık vermeye gerek yoktur. Açığın finansmanı iç kaynaklarla yapılmalı ve gerektiğinde ithalat ve özellikle tüketim malları ve hizmetler ithalatı sınırlandırılmalıdır. Başka bir ifade ile ithalat, reel sektöre yönlendirilmelidir.
Elbette öncelikli olan cari açıkların yerli kaynaklar ile finanse edilebilmesidir. Ancak önemli olan da bu kaynakların yeterli olup olmadığıdır. Esas olan ise bu kaynakların arttrılmasıdır. İhracatın, turizmin, doğrudan yabancı yatırımların, diğer döviz kazandırıcı işlemlerin geliştirilmesi kaynak arttırıcı yatırımlardır. Kamu ve özel sektör harcamalarının, reel sektör öncelikli olması kaçınılmazdır. Yerli döviz kaynaklarının yetmediği hallerde ise dış tasarruflar yani borç alınan kaynaklar rekabetçi yatırımlara tahsis edilmelidir.
İstihdam hacmimiz ve reel sektörün mevcut performansı göz önünde tutulduğunda, ülkemizin makul ve sürdürülebilir bir büyüme hızına olan ihtiyacı açıktır. Döviz gelirlerimiz böyle bir büyüme hedefini finanse edecek duruma gelinceye kadar da, dış kaynak kullanmamız ve yönetilebilecek bir cari açığa razı olmamız kaçınılmaz olacaktır. Asıl sorun, dışarıdan aldığımız kaynakların yerinde kullanılıp, kullanılmadğı olacaktır.