Nazimi Açikgöz
Bir İsviçre yatırım firması UBS 2018 deki 4,6 milyar dolarlık bitki bazlı protein ve et pazarının 2030 yılına gelindiğinde 85 milyar dolara ulaşacağını tahmin etmektedir[1]. Aynı kaynak bitki bazlı süt pazarını 2025 ler için 37,5 milyar dolara ulaşabileceğini eklerken, toplumun gelişen sağlık ve refah düzeyinin bu artışlarda ana etken olduğunu ileri sürmektedir (önümüzdeki on yılda bir milyar tüketici orta sınıfa geçiş yapacak!).
Diğer taraftan Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsünün (International Food Policy Research Institute (IFPRI)) yayınladığı bir raporda (rapor), 2050’lere doğru tarımsal üretim artışının nerelere gelmesi beklentisini ele almıştır. Söz konusu rapor, şu anda tükettiğimiz gıdanın miktarının %70 artırılması gereğine değinilirken, bu artışın et için %80 ve tahıl için %52 civarında olması tahminlenmiştir. Bu da, günümüzde 260 milyon tonluk dünya et üretiminin 2050’lerde 455 milyon tona çıkarılması gerekeceği anlamına gelir.
UBS raporunda çevre ve hayvan sağlığına odaklanırken, gittikçe daha çok tüketicinin bitki bazlı protein kaynaklarını tercih ettiğine değinmektedir. Gerçekten de tarımın çevreye olumsuz katkısı dile getirilirken, hayvancılık öne çıkmaktadır. Örneğin bir kilo sebze için 322 litre, bir kilo meyve için 962 litre su tüketilirken, bir kilo tavuk eti için 4325 litre, bir kilo koyun eti için 8763 litre ve bir kilo sığır eti için 8763 litre su tüketilmektedir. Ayrıca dünyada üretilen tahılın üçte biri yeme, yani hayvan beslenmesine yöneliktir. Su tüketiminin yanında suların kirlenmesinde hayvan yetiştiriciliğinin pek de masum olduğu söylenemez. Patojen, metal, ilaç – hormon kalıntısı gibi maddelerin sulara karıştığı yeni bir bilgi değildir. ABD’de kullanılan antibiyotiklerin %80’ninin hayvan yetiştiriciliğinde kullanıldığı da bir diğer gerçek.
Dünyadaki tarımsal arazinin %80’nini kapsayan çayır-mera ve yeme yönelik bitkisel üretim alanları hayvancılığa ayrılmıştır. Sera gazı olayında da, değişik tahminlere göre, % 6-32 oranında hayvan yetiştiriciliği sorumlu gösterilmektedir.
2013’lere gelindiğinde, bilim adamları, etin artık laboratuvarlarda elde edilebileceğini sergilemeye başladılar. Bununla da yetinmeyip, olay ticari boyutlara taşındı (Maastricht Üniversitesi, Hollanda, Prof. Mark Post, (şirketi: Mosa Meat)). Amerikada ise, bu yönde kurulan şirketler, örneğin Memphis Meats, Cargill, Tyson Food gibi gıda devlerinin yanında, Bill Gates, Richard Bronson gibi tanınmış yatırımcılar tarafından da ticari olarak desteklenmektedir. Nestle ve Unilever gibi AB firmalarının bu fırsatı kaçırmayacakları bir gerçek. Alman PHW gurubu bu konuda yeni girişimci İsrailli “Supermeat”i satın alma işlemlerini başlattı bile. Bu iş tavuk ve sığır etlerinin ötesine de taşınmaya meyilli görünüyor. FinlessFoods hücre kültüründen yararlanarak, nesli tükenme noktasına gelen kırmızı ton balığı etini yapay olarak karada üretmeyi hedeflemektedir.
Aslında et, ağırlıklı olarak kas, yağ ve bağ doku hücrelerinin bileşimidir. Kök hücreden yola çıkılarak, gelişmeleri için uygun besin maddeleri sağlandığında et oluşumu başlamaktadır. Hayvan vücudunda da izlenen bu sistem yalnız laboratuvarda değil, daha geniş ortamlarda da gerçekleştirilebilir. Böylece etimiz antibiyotiksiz, ilaçsız, daha sağlıklı ve daha güvenli olacaktır. Bu yapay ürünler, yukarıda değinilen çevresel olumsuzları aşma, ucuzlukları, insan sağlığına olan faydaları ve hayvanların refahını koruma potansiyelleri nedeniyle yer bulabileceğe benziyor. Bitkisel besin ortamını ağırlıklı olarak soya fasulyesi sağlamakta ise de sarı bezelyenin en uygun olduğu saptanmıştır.
Tam olarak piyasaya çıkmaları zaman gerektirebilir. Gerçi Memphis Meats “2021 yılında pazardayız” çağrısı yapıyorsa da, bilimsel birçok sorunun çözüm beklediği bir gerçektir.
Bu ara diğer bir ABD firması “Justforall” tavuksuz piliç etini 2018 sonlarına doğru market raflarında olacağını duyurmuştu[1].
ABD’de 1500’e yakın restoranda IMPOSSOBLE Burger’in sunduğu vejetaryen menü de ilginçtir. Burada et ikame maddesi olarak, bitkisel protein (soya) dokuları ete eşdeğer lezzet sunarken, renk soya köklerinden elde edilen leghemoglobinle sağlamaktadır. Ne var ki söz konusu bitkisel hemoglobin soyada düşük orandadır ve bundan böyle bir maya türünden (Pichia pastoris) elde edilecektir[2]. Genetiği değiştirilmiş ürünler gurubundaki bu mayalar, ne ABD’de ve ne de AB’de de biyoteknoloji ile ilgili yasa düzenlemelerine tabi değildir.
1900’lü yıllarda bir civciv ancak 112 günde pazarlanabilirken, bu süre günümüzde 45 güne indirilmişti. Acaba biyoekonomi bizlere daha neler sunacak. Yahut sunabilecek mi? Görüldüğü kadarı ile olayın ekonomik boyutu o kadar önemli ki, ABD hayvancılık lobisi (Cattlemen’s Association) bitki kaynaklı temiz etin yasaklanması için harekete geçti bile[3].
Nazimi Açıkgöz
[1] https://www.justforall.com
[2] http://www.transgen.de/aktuell/2700.fleisch-vegan-zellkultur-biotechnologie.html
[3]http://thehill.com/opinion/healthcare/387804-meat-lobby-wants-USDA-to-ban-clean-meat-makers-from-calling-their-products-me