Yemek yazarı ve şef Michael Krondl’ın kaleminden ‘Lezzet Fetihleri’, İletişim Yayıncılık tarafından okurla buluştu. Krondl, Venedik’e, Lizbon ve Amsterdam’a başrolü verdiği ‘Lezzet Fetihleri’nde, tüm bu süreçler üzerinden incelediği baharatların, dünya ve yemek tarihine katkısını ortaya koyuyor.
Epey zamandır revaçta olan yemek kültürü araştırmaları, hem yeni bir tarih yazıcılığına kapı araladı hem de bu bağlamdaki politik göstergelerin dikkate alınmasını sağladı. İktidar ve otorite oluşturma babında önemli bir öğe olarak öne çıkan yemek ve yeme-içme kültürü, Artun Ünsal’ın deyişiyle “siyasetin gıdası”nı ve “gıdanın siyaseti”ni anlayıp anlatmak için araştırmacılara imkânlar sundu.
Başka bir deyişle güç gösterilerini ve Claude Levi-Strauss’un ifadesiyle “kültürel beslenme”yi, keşifleri, gelenekleri, kültürlerarası alışverişi, iletişimi, farklılık ve ayrıcalıkları kavramada hayatî unsurlardan biri hâline geldi. Dahası, yeme-içme kültürü, otantikliğin ticarete dökülmesinde ve coğrafî sınırların ortadan kaldırılmasında önemli bir rol oynadı; gastromilliyetçiliğin, mutfak milliyetçiliğinin ve gastrodiplomasinin filizlenmesini sağladı.
Atsuko Ichijo ve Ronald Ranta, ‘Yemek ve Ulusal Kimlik’ (Çeviren: Emrullah Ataseven, Ayrıntı Yayınları, 2018) başlıklı kitabında; “Tüketiciler, üreticiler, büyük sermayeler, sivil toplum kuruluşları, ulus devlet ve uluslararası organizasyonlar, yemek hakkını korumak için çarpışır” demişti. Dolayısıyla yiyecek ticaretini ve kültürel fetih hareketlerini bu başlık altında toplayabilir, küreselleşmenin ve sömürgeciliğin nüvelerini burada arayabiliriz. Diğer bir ifadeyle tarihi okurken yeme-içme kültürüyle bağlantılı ticari faaliyetlerin, fetihlerin, köleciliğin, medeniyet tartışmalarının ve siyasi manevraların izini sürebiliriz.