10 yıl önce kişi başına Türkiye’de ortalama çekirdekli kahve tüketimi 200 gram iken şu anda 550 gram.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Gülçubuk, Türkiye’de son 10 yılda kahve tüketiminin üç kat arttığını belirterek, çayın yerini hızla kahvenin almaya başladığını söyledi.
“Çay” konulu panele katılmak için bir süre önce Rize’ye gelen Prof. Dr. Gülçubuk, yaptığı açıklamada, Türkiye’de 208 bin üreticinin 760 bin dekarlık alanda çay tarımıyla uğraştığını anlattı. Gülçubuk, bu nedenle çayın sadece ekonomik ürün olarak değerlendirilemeyeceğini, aynı zamanda sosyolojik ve yaşam kültürü açısından da önemi bulunduğunu ifade etti.
Çayın az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde daha çok yoksulların üretim alanı olduğunu söyleyen Gülçubuk, dünyada sudan sonra en çok tüketilen içeceğin çay olduğunu anımsattı.
Gülçubuk, çayın günde en az iki kere hemen hemen her sofrada yer aldığını anlatarak, 4 yaşından sonra ürün vermeye başlayan çay bitkisinin yaklaşık 60-70 yıla kadar yaşayabildiğine işaret etti.
“Tüketim alışkanlıklarımız değişiyor”
Türkiye’nin çay üretim miktarı bakımından dünyada beşinci sırada yer aldığını da belirten Gülçubuk, şöyle devam etti:
“Dünyada çay tüketimi kahveye ve diğer içeceklere oranla çok yavaş şekilde artıyor. Bunda tüketicinin damak alışkanlıklarının değişmesinin de etkisi olduğunu düşünüyorum. Yapılan araştırmalar, Türkiye’de çayın yerini hızla kahvenin almaya başladığını gösteriyor. 10 yıl önce kişi başına Türkiye’de ortalama çekirdekli kahve tüketimi 200 gram iken şu anda 550 gram. Gelecek 10 yıl içinde ise 1,5 kilograma kadar çıkacak. 10 yılda kahve tüketimi yaklaşık 3 kat artış gösterdi. Türkiye’de her 100 kişiden en az yüzde 75’i kahve tüketiyor. Son 10 yılda Türkiye’de çay tüketimi ise kişi başına sadece 12 gram arttı. Demek ki bizim de tüketim alışkanlıklarımız değişiyor.”
“Biz kahveyi çayın yerine koyduğumuz sürece çay alanları giderek daralacak ve çay ticaretinde sorunlar çıkacak” diyen Gülçubuk, “Bunun için önlem alınması gerekiyor. Hazır kahveler Türkiye’de ikisi, üçü bir arada adı altında satılıyor. Fındığımızı kahveye katıp bize içirtiyorlar. Bu konu üzerine çayda karar vericilerin biraz düşünmesi lazım.” değerlendirmesinde bulundu.
“Dünyada hızla yeşil çaya doğru yönelme var”
Gülçubuk, çay satın alan ülkeler için ürünün rengi ve kokusunun çok önemli olduğunu ifade ederek, şunları kaydetti:
“İngiltere yılda 300 bin ton çay ithal ediyor, Türkiye’den aldığı çay miktarı ise 10 bin tonun altında kalıyor. İhraç ettiğimiz çayın birinci sınıf kalitede olduğuna dikkat etmeliyiz. Eğer, ‘çayımız organik mi’ diye dikkat edersek dünya ticaretinde daha fazla yer alabiliriz. Dünyada hızla yeşil çaya doğru yönelme var. Önümüzdeki yıllarda siyah çay üretimi ve tüketiminin yüzde 10 artacağı öngörülürken yeşil çayda bu rakamın yüzde 200-250’yi bulacağı tahmin ediliyor. Dolayısıyla biz de bu veriler ışığında hareket etmeliyiz. Dünyada yeşil çay üreten ülkelerin ihracat rakamları, siyah çay üreten ülkelerin ihracat rakamlarının yaklaşık altı katına çıktı. Bizim de buna doğru hızla yönelmemiz lazım. Politikalarımızı, üretimimizi buna yönlendirmemiz gerekiyor.”
“Ürün çeşitlendirmesine dikkat edilmeli”
Türkiye iç pazarında kahve tüketiminin daha fazla ön plana çıktığını yineleyen Gülçubuk, bu nedenle çay tüketimine yönelik kampanyalara, reklamlara, ürün çeşitlendirmesine çok daha fazla dikkat edilmesi gerektiğini vurguladı.
Çayda ürün çeşitlendirmesinin önem taşıdığını vurgulayan Gülçubuk, “Japonya bugün çayın sadece yüzde 10’unu sıcak olarak tüketiyor. Kalan yüzde 90’ını dondurmada, meşrubatta ya da yemekte kullanıyor. Bu rakam bizde ancak yüzde 3’ü buluyor.” dedi.
Gülçubuk, şunları kaydetti:
“Ülkemizde 200 binin üzerindeki insanın doğrudan geçim kaynağı olan çayın geleceği açısından yetkililerin, bu noktada yeni politikalar geliştirmesi gerektiği kaçınılmazdır. Çay üreticisini de koruma altına alacak şekilde Çay Kanunu hazırlanmalı. Aksi takdirde büyük bölümü düşük gelirli ailelerimiz tarafından birçok zorlukla yapılan çay üretimi yıllar içinde giderek azalacaktır. Gerekli tedbirler alınmaz ise bu durum hem bölge ve ülke ekonomisi hem de sosyolojik açıdan önemli bir sorun haline gelebilir.”