Diken’den bir arkadaşıma sordum, ‘akıl hastanesiyle’ dedi. Şaka yapmıyormuş, Cumhuriyet kurulduktan sonra ülkenin bir doğusunda bir de batısında iki akıl hastanesi açılmasına karar verilince, 1926 yılında Elazığ Emrazı Akliye ve Asabiye Hastanesi yapılmış.
Konuya akıl hastanesinden girmiş olmamı hoş karşılamayanlar, Elazığ’a haksızlık ettiğimi düşünenler varsa hemen belirteyim. Ülkenin batısındaki hastane de benim memleketime kurulmuş ki Manisa denince akla ilk gelen ‘Sarı Bina’nın mazisi çok daha eskilere dayanır.
Ben Elazığ’a haksızlık etmiyorum ama Elazığ kendine haksızlık etmiş olabilir. Neden derseniz…
Anadolu’nun en zengin mutfaklarından birinin Elazığ’da bulunduğunu bas bas bağırmadığı için.
Şarapla biraz haşır neşir olan herkesin diline damağına kazıdığı iki değerli üzümün anavatanının Elazığ olduğunu gözümüze gözümüze sokmadığı için.
Şavak peynirini, yoğurt kaymağını, bölgeye has balını, çileğini, zerdalisini, ‘çoban pastırması’ denen karanfilli tarçınlı sucuğunu… sunarken ‘işte bu lezzetler hep buralardan’ diye ısrarla belirtmediği için.
Küresel iklim bağ bozumunu da bozmuş
Geçen hafta, Mey / Diageo’nun davetiyle, çeşitli yayınlardan yaklaşık 20 meslektaşımla birlikte, hayatımda ilk kez bir bağ bozumuna Elazığ’a gittim.
Hoş, küresel iklim değişikliği bağ bozumu takvimini bozmuş, ‘üzümlerin kesilip fabrikaya gelmesi için birkaç güne daha ihtiyaç olduğunu’ söyledi ev sahibimiz Levent Kömür. Kendisi Mey / Diageo’nun genel müdürü.
Ermenice ‘güneşli yer’ demek olan ‘Alpagut’ bağlarında, birkaç gün sonra şarap yapılmak üzere fabrikaya gidecek Öküzgözü ve Boğazkere üzümlerinin asılı olduğu bağın ortasında tüm kahvaltılıkların bölgeden geldiği bir sofraya oturduk, Elazığ’ı dinledik.
Türkiye’nin en iri taneli üzümü olan Öküzgözü’nün adının nereden geldiğini tahmin etmek zor değil. Ama büyüklüğünden dolayı değil, koyu rengi yüzünden ‘öküzün gözüne benzetildiğini’ bu sofrada öğrendim.
Boğazkere’nin ‘boğazı kerdiği’ yani ağız ve boğazda buruk bir tat bıraktığı için böyle anıldığını da ilk kez duydum. İkisini de yıllardır içiyorum halbuki, ‘bu ne meraksızlık’ diye kendime kızdım.
Her iki üzüm de Elazığ’a ‘coğrafi işaretli’, yani bu üzümlerin hasının burada olduğu Türk Patent Enstitüsü tarafından tescilli.
‘Mutfakta Antep’ten sonra Elazığ geliyor’
Burhan Özdemir, öğretmenlikten emekli olduktan sonra ‘Elazığ’ı tanıtmayı kendine iş edinmiş’.
“Türk Patent Enstitüsü’nün derecelendirmesine göre, Antep’ten sonra Türkiye’de özgün mutfakta ikinci sıradayız ama yeterince tanınmıyor” diyor.
Masadaki ‘Şavak’ peynirinin Erzincan tulumundan aşağı kalır yanı yok ama hakikaten onu da ilk kez duydum.
Birkaç saat sonra roze şarapla eşleştirerek yiyeceğimiz ‘çiğköfte’ desen, akıllara Elazığ’dan önce Urfa’yı getiriyor. (Burada İbrahim Tatlıses’ten dolayı bir haksız rekabet söz konusu olabilir.)
Burhan bey, yine masada bulunan yoğurt kaymağını işaret edip “bizim burada sütün değil yoğurdun kaymağı yenir” deyince ‘yoğurdu ömrünü geçirebilecek kadar seven biri’ olarak neredeyse hesap sorar gibi atılıyorum: “Peki mesela, biz bunu neden bilmiyoruz”.