Türkiye’de adalet genellikle gelmiyor. Geldiğinde çok geç kalınmış oluyor. Çok geç olmamış ise de gereğinin yerine getirilişine nadiren rastlanıyor.
Sadece kıdemli bir gazeteci değil; adaletin nasıl tecelli etmediğini, kalbi yanarak, öfkesini yönetmek zorunda kalarak tecrübe etmiş/etmekte olan bir vatandaş olarak da yazdım bu giriş cümlelerini. Ama bugün konu, benim kişisel hikayem değil. (Kaldı ki, okura sözümü unutmadım: Sistemi ve toplumu ilgilendirmesi nedeniyle babamı kaybedişimizin ardından girdiğimiz hukuksal yolların seyrini de bir gün yazacağım.)
★★★
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, adaletin olmadığı eleştirilerini, üslubunca yanıtlamış:
“Bir ülke düşünün, 8 milyona yakın her yıl mahkemelerinde davalar görüşülüyor, karara bağlanıyor. İdari yargı da bunun içinde yok. Onu koyduğumuzda bu rakam daha da büyüyor. Ama tartışılan dava sayısı üç.”
Hayatı çalınan, çok ağır bedeller ödemek zorunda kalan vatandaşlar başta olmak üzere, çok şey yazıp söylemek mümkün bu sözler karşısında. Sayısız birey, kısılmaya, boğulmaya çalışılsa sesini cesaretle yükseltmeye çabalıyor zaten.
Açıklamadaki “idari yargı da bunun içinde yok” kısmı özellikle dikkat çekici. Zira idari yargı kararlarını denkleme kattığınızda, tablo çok daha ağır hale geliyor. Danıştay’ın İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararını hukuka aykırı bulmayan kararı bu ülkedeki milyonlarca kadının hayatını doğrudan ilgilendiriyor. Ama bu, idari yargının sürekli adaletsiz kararlar verdiği anlamına gelmiyor elbette. İdari yargı, özellikle doğa, kültürel varlıkların tahrip olmasıyla sonuçlanan siyasi idari kararlar hakkında sık sık kamu yararını gözeten kararlar alıyor. Ama ne yazık ki kimi zaman geç kalındığı için kimi zaman da muhatabın, hukuku umursamaması nedeniyle yüz güldüren bir değişiklik olmuyor.