İrfan Yalın
Avrupaya 1500’lü yıllarda gelen çikolata yıllarca yenmemiş, acı su olarak değerlendirilmiş ve -genelde- ilaç olarak kullanılmış.
7 Temmuz “Dünya Çikolata gününde” yayımlanan ve 16. yüzyıl sonuna kadar olan erken evrede “Çikolatanın Tarihi” anlatmaya çalıştığım yazımı okuyanlar hatırlayacaklardır, bu gizemli bitkinin ilk kez Avrupa topraklarıyla buluşmasında 1550 yılı simgesel olarak kabul edilse de ilk temas konusunda farklı görüşler de olduğunu söylemiştim.
Bunlardan biri Christophe Colomb‘un dördüncü Amerika seferinde -bugün dünyaca ünlü bir çikolata markasının da adı olan- Guanaja’da, kakao yüklü bir maya kanosuyla karşılaştığı ve evine dönerken de bunları ülkesine götürdüğü şeklindeydi! Bir diğer görüş de, Meksika’yı keşfeden ünlü İspanyol maceracı Hernando Cortes‘in ilk kez çikolata ile karşılaşan Avrupalı olduğu şeklinde. Denilen o ki, Cortes’in İspanya Kralı 5. Charles‘ın onuruna 1519 yılında hazırlayıp Meksika’nın zenginlikleri olarak gönderdiği gemide o güne kadar bilinmeyen fantastik şeylerin arasında çikolata da varmış. O gemide olanlar o yılların gizemi içinde belki de Amerika’dan Avrupa’ya taşınan en ilginç bir karışım bütünüymüş. Obsidyen aynalar, zıplayan kauçuk toplar, albino hastalığından muzdarip olduğu için göz – ten rengi görünüşleriyle “ucube” olarak görülen insanlar, cüceler, göz alıcı deniz kabukları, rengârenk büyük kuşlar gibi fantastik öğelerin arasında patatesle birlikte çikolata da varmış.
Her ne kadar çikolatanın Batı kültürü ile tanışmasının ardında aşağı yukarı 500 yıllık bir tarih olsa da, birbiri ardına yapılan arkeolojik kazılarda çıkan sonuçlara göre Güney Amerika yerli kültürlerince binlerce yıldır kullanıldığı ve tarımı yapıldığı biliniyor. Hatta kakao tohumlarının para yerine kullanıldığı dönemler bile olmuş. Günümüzde birbiri ardına yapılan bilimsel araştırmalar dünyanın ilk uyarıcı içkisi olarak kabul edilen çikolatanın tarihçesini, bu bitkiyi keşfeden – yetiştiren Meksikalı Olmek insanlarının MÖ 1000’li yıllara ulaşan geçmişinde ve “kakawa” kelimesinin kökeninde arıyorlar. Denilen o ki, MS 60’lı yıllarda Maya kültüründe “cacahuaquchtl” olarak telaffuz edilen kakao ağacı, bazı yerlerde yazıldığına göre “xocoatl” kelimesinden türeyerek Batı dillerine “chocolate” olarak geçmiş.
Çikolata Avrupa’da
Efendim, bugün çikolatanın Avrupa’ya ulaşmasını sonrasında yaşananlara yolculuk edeceğiz. Başta yazdığım gibi, besleyici-şifa verici özellikleri fark edilmiş olsa da çikolata uzunca bir süre “acı su” olarak anılmış ve sadece ilaç olarak kullanılmış. Özellikle de yüksek ateşe çare olarak gösterilmiş. Çok uzun yıllar boyunca bu bitkiyi Avrupa insanının damak tadına uygun hale getirme adına, değişik pişirme ve hazırlama teknikleri denenmiş, acılığının alınmasına dönük olarak dönemin bilinen bütün aromaları kullanılmış. On binlerce kişinin ortak aklı ve uğraşıyla çabalar sürmüş, ısrarla farklı besinlerle birleştirilerek sofralara taşınmaya çalışılmış.
Çikolatanın Avrupa’ya ilk olarak ne zaman taşındığı konusunda farklı görüşler var.
Tabii ki bu acı su çok sayıda zorlukla da karşılaşmış; karşısına dini ve siyasi sorunlar bile çıkmış. İnanması zor ama çikolatanın önü farklı gerekçelerle hep kesilmeye çalışılmış. Öncelikle kutsal kitaplarda yer almayan çikolatanın kullanımı kilise tarafından yıllarca hoş karşılanmamış, farklı dini inanışlar çikolatanın oruç bozup bozmayacağını tartışırken mezhepler arasında da farklı görüşler oluşmuş.
Muhafazakâr çevreler de bu zincire katılmış, uyarıcı etkilerini tehlikeli buldukları için çikolatayı domuzlara layık göstermişler, onların yıkanacağı ve besleneceği bir sıvı olarak tanıtmışlar.