Çağrı Mert Bakırcı
CRISPR adı verilen teknoloji yardımıyla, sıradan domateslerin genleri değiştirildi ve yenebilir olan yeşil yapraklarının 600 mikrogram düzeyinde D3 ön-vitamini üretebilmesi sağlandı. Bu miktar bir insanın günlük ihtiyacının 60 katı demek.
Atalarımız Afrika’dan çıkıp da dünyanın dört bir yanına (özellikle de daha kuzey ve soğuk enlemlere) göç ettikçe çok ilginç bir şey yaşandı: Siyah olan deri rengimizi veren melanin pigmenti, kuzey enlemlerde çok daha zayıf olan güneş ışınlarını, gereğinden fazla kapatmaya (“bloke etmeye”) başladı. Bu, kâşif atalarımız için 2 büyük sorun yaratıyordu.
Bu sorunlardan ilki, kolekalsiferol (D3) ön-vitamininin güneş ışığı altında kalıp D vitaminine dönüşmesiyle ilgiliydi. Derileri güneş ışığını gereğinden fazla engelleyip de bu dönüşüm yeterince yaşanmadığında, D vitamini eksikliği yaşamaya başladılar. Buna bağlı olarak kemik ve diş sağlıkları bozuldu, savunma sistemleri zayıfladı, kalp-damar sistemi ve sinir sistemi hasar aldı.
Günümüzde de D vitamini eksikliğine bağlı olarak kanser, Parkinson, depresyon ve demans gibi hastalıkların arttığını biliyoruz. Bu nedenle atalarımız arasında genetik varyasyonlar nedeniyle melanin pigmentini daha az üreten, dolayısıyla deri rengi daha açık olan bireyler, daha koyu tenlilere göre daha avantajlı konuma geçtiler. Çünkü derilerinde daha az melanin olması sayesinde güneş ışığını alt katmanlara daha çok geçirebiliyorlardı ve D vitamini sentezi mümkün oluyordu.