Pandeminin başında işçileri “kapalı devre çalışma sistemi” adı altında çalışma kamplarındaki gibi fabrikaya kilitleyen Dardanel, sosyal medyada Dardanel İşçileri Dayanışması Twitter hesabından ortaya dökülen korkunç çalışma koşullarıyla yeniden gündeme geldi.
Tuvaletlerin kapılarının kilitlendiği, kadın tuvaletinin ve kadın soyunma odasının girişlerine kamera konulduğu fabrikada, 12 saat çalıştırılan işçilere doğru düzgün bir yemek, molalarda çay ve su bile verilmiyor. Ağırlıkla kadınların çalıştığı fabrikada işçilerin yüzde 70’i taşeron ve şirkete bağlı olarak değil, dayıbaşılık sistemi gibi kişiler üzerinden fabrikada çalıştırılıyor. Çoğunluğu toplumun en çok ezilen kesimlerinden olan Roman, Suriyeli ve Kürt işçiler olduğu için ne hak ne hukuk uğruyor fabrikaya. Sigortaları olmadığı gibi fabrikada ayrı renk formalarla imleniyorlar, en pis işlerde, üretim kilosu kotasıyla, hiçbir hijyen koşulu gözetilmeden çalıştırılıyor. Bu tablo, en pis, en kötü işlerde, köle gibi çalıştırılan kadınların fabrika içinde işçi arkadaşları dahil herkesten ama herkesten hakaret ve şiddet görmesini de kolaylaştırıyor. Ne de olsa hırs çıkarılabilecek boks torbası gibi kadınlar! Hele de güvencesiz ama bu işe mecbur olduğu koşullarda…
Anlatılanlar, şirketin Çanakkale’deki fabrikasından. Şirketin Dudullu’da da bir fabrikası var. Ekmek ve Gül’ün kasım sayısında bu fabrikada çalışan bir kadın işçi mektubunda “Üç vardiya sistemi uygulaması çocuklu bir kadın işçi için cehennem gibi. Bir ayda psikolojin bozulur. Çocuklarımı düşünmekten, eşimin bağırmalarından, kaba kuvvet kullanmasından emdiğim süt burnumdan geliyor. 4-5 saat uyku ile fazla mesailerle günde ortalama 12 saat aralıksız çalıştırılıyoruz. Son 2 aydır hem de hiç ara vermeden çalıştırılıyoruz. Yorgunluktan harap olmuş bir vaziyette, bir de evdeki işler, çocukların bakımı, uyutması, okula hazırlama, koca dayağı ve küfür ve hakaretleri insanı canından bezdiriyor. Hepimiz asgari ücrete mahkûm halde çalışmaya mecbur edilmişiz” diyor.
Güvencesizlik ve mecburiyet… İşte bu ikisi, halihazırda çok büyük bir sorun olan evde ve işyerinde şiddet ve tacizi katmerleyen olgular. Koşullar ne olursa olsun çalışmaya mecburiyet, yoksulluk arttıkça ve hayatı idame ettirme olanakları daraldıkça, işsizlik arttıkça artıyor. Güvencesizlik, işçilerin mecburiyetlerinden semiren sermayenin elinde, kadınlara her türlü korkunç koşulu dayatmayı kolaylaştıran bir silah olarak tetikte tutuluyor.
Dardanel tek değil, kadın işçilerin “ucuz ve itaatkar” olduğu için “tercih” edildiği sektörlerde hangi fabrikaya, hangi çalışma alanına el atsanız tablo bu. Türkiye koşullarında bu köleliğe bir yandan “yerli ve milli” kıyafetler giydirilirken, bir yandan da bütün dünyada “güç feminizmi” ile dillere iyice pelesenk olan “kadınları güçlendirme” lafzı devreye sokuluyor.
2019 yılında Habertürk gazetesine adeta bir reklam niteliğinde röportaj veren Dardanel CEO’su Mehmet Önen’in sözleri bunun özeti gibi: “Kadınlarımızın Çanakkale’de gösterdiği kahramanlıkları okuyarak, hissederek büyüdük. Yıllar önce Çanakkale’de tarih yazan kadınlarımızla bugün bir dünya markası meydana getirdik. Bundan dolayı da Dardanel’de kadınlara bakışımız her zaman farklı olmuştur… Önceliğimizi kadınlar olacak şekilde pozitif ayrımcılık yapıyoruz… Onlara sadece iş vermekle kalmıyorsunuz o kadınların hayata katılmalarını ve güçlü olmalarını da sağlıyorsunuz…”
Sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında benzer koşullar söz konusu kadınlar için. Pandemi süreciyle birlikte özel olarak kadınların maruz bırakıldığı mobbing, taciz ve ayrımcılık örneklerinde yaşanan artış, kapitalizmin ataerkil karakterinin, emek süreci üzerindeki denetim yoluyla belirgin bir dışa vurumu haline geldi. Emek denetiminde artan baskı, çalışma koşullarının ağırlaşması ve cinsiyetçi baskı pratikleri artan işsizlikle ve büyüyen yoksullukla birleştiğinde örgütsüzlük kadın işçiler için “hayati” bir yokluk.