İbrahim ORTAŞ
Rize ve Artvin’de yaşanan sel felaketi önlenebilir miydi? Sorusu doğal olarak sorulması gereken bir soru. Ülkemizin en yüksek yağışının düştüğü Doğu Karadeniz’de yağışlarla birlikte yaşanan sel ve heyelan çok ciddi de maddi hasara neden olmakla birlikte zaman zaman ölümlere neden olmaktadır.
Rize ve Artvin’de yaşanan sel ve heyelanlar sonucu 6 insanın yaşamını yitirmesine neden olan felaket jeoloji, ekoloji, iklim ve toplum bilimi açısından incelemeye değer niteliktedir. Olay ve sonuçları bilimsel olarak açıklanabilir ve önlenebilir nitelikte olduğu görülüyor.
Sellerin Temel Nedenleri
Sellerin temel nedeni; dere yataklarına yapılan yerleşim yerleri, 2B yasası ve imar barışı ile eskiden yapılan binaların tescillenmesi, dereler üzerindeki menfez ve köprülerin geriden gelecek debinin yapısına uygun olmayan mühendislik hatalarıdır.
HES, Maden yatakları ve taş ocaklarında oluşan hafriyatların derelerin içine bırakılması sonucu derelerin su akışı alanının daralmakta ve sınırlanmaktadır. Ani olarak birim zamanda düşen yağışların artması sonucu daralan derelerin gerisinde biriken su kitlesinin bentlere yüklenmesi sonucu yüksek miktarda su derelerin içine yapılan yerleşim yerlerini suyun altında bırakmaktadır. Çay tarımı için orman ve doğal alanların tahrip edilmesi sonucu toprağın su erozyonuna açık hale gelmesi. Karadeniz kıyı şeridinde yıllardır benzer heyelan ve seller meydana getirmektedir. Son birkaç yıldır benzer felaketler yaşandı. Ancak bugün yine aynı görüntüler, yine gözyaşı ve acılar.
Bölgenin Jeolojisi ve Topoğrafik Yapısı Çarpık Yapılanmaya Uygun Değil
Karadeniz’in denize paralel yükselen dağ yapısının jeolojik, hidrojeolojik, jeomorfolojik ve topografı yapısı ile oluşan heyelan ve sonrasında seller ile doğrudan ilişkilidir. Bölgedeki kayaç yapısı çoğunlukla Şeyl (shale) tortul kayaç türü olarak tanımlanan ağırlıklı olarak silt ve kil boyutlu ince çökel öğelerinin birleşmesinden oluşan ve çamur taşıdır. Killi ve siltli zeminler eğer çok fazla yağış alırsa toprak su içeriği artar ve eğer arazi yüksek açılı şevler oluşturuyorsa üsteki doygun toprak tabaksının etkisi ile heyelan oluşabilmektedir. Oseyanik iklimin hakim olduğu bölgede aşırı yağışlar, kar kütleri altında ve depremler sonrası sık sık heyelanlar Şeyl tortul kayaçlarının olduğu bölgelerde meydana gelir. Bu tür jeolojik yapıların olduğu ve heyelanları tetikleyen mekanizmaların olacağı alanların tespit edilip yerleşim yeri olarak kullanılmaması gerekir.
Çay Tarımı ve Toprak-Bitki Yönetimi Yeniden Bilimsel Ölçütlere Göre Yapılmalıdır
Bölgenin jeolojik ve jeomorfolojik yapısının yanında toprak yapısı, bitki örtüsü ve toprak-bitki yönetimi ve arazi planlaması konusunda ciddi sorunlar görülüyor. Heyelan sonrası bölgeden yansıyan görüntülerle birlikte bölgede tek tip çay bitkisinin hakim olduğu alanların altında ve üstünde yerleşim yerlerinin olduğu görülmektedir. % 30-40 eğimli alanların yükseklerine yapılan yerleşim yerleri ve yollar bölgede heyelan için tetikleyici etki yapabilir.
2012 yılında 764 bin dekarda çay tarımı yapılırken 2016 yılında 830 bin dekar alanda çay üretim yapılmaktadır. Tarım orman bakanlığı verilerine göre Türkiye’de son yıllarda çay üretim alanları %2.4 oranında artmasına karşın toplam üretim artmamıştır. Çay tarımına yeni açılan alanlarda ormanların kesilmesi ve/ya sonrasında oluşan sekonder vejetasyon olarak orman gülleri (Rhododendron spp.) gibi doğal bitki örtüsü köklerinin de yok edilmesiyle toprağı yerinde tutacak ciddi bir güç kalmadığı için toprak erozyona açık hale gelerek adeta yaşanan sel felaketlerine davetiye çıkarılmıştır. Doğal bitki örtüsünün tahribatı ile toprağın yerinde tutulmaması ve toprak agregatlaşmasının engellenmesi sağlanmış olmaktadır. Doğanın, ekolojinin yasalarına uygun üretimin yapılmaması durumunda bu tür felaketlerin oluşması kaçınılmaz olacaktır.
Çay bitkisi yetiştiriciliğinde kullanılan Amonyum sülfat ((NH4)²SO4) gübresinin kullanılması ile zamanla toprak pH’sı düştüğü için toprakta agregat oluşamamaktadır. Hal böyle olunca toprak tanelerini bir arada tutacak hiç bir doğal mekanizma sağlanamamaktadır. Birim zamanda yüksek miktarda yağışın düşmesi ile toprak partikülleri yüzey akışına geçmektedir. Kentlerin içinde akan sellere bakıldığında dağların eteklerinde yağışın taşıdığı sedimentler (toprak partikülleri) suyun rengini koyu kahverengileştirmektedir. Bu bağlamda bölgedeki heyelan ve sellerin zararı ile toprak-arazi yönetimi bitki ilişkisi arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır.
Can ve Mal Kaybı Önlenemez miydi?
Evet, konu bilimsel olarak yönetilebilir bir durumdur. Günümüz uzaktan algılama teknolojileri kullanılarak heyelan alanları tespit edilebilir. Yerleşim yerleri ve çarpık kentleşme bilimsel yöntemler ile uygun zeminli alanalar kaydırılabilir.
Doğal bitki örtüsünün önemi mutlaka önemsenerek yer yer şeritvari ekim sistemleri geliştirilebilir. Çay üretimi için gübreleme programları toprak yapısı ve bitkinin ihtiyacına göre belirlenebilir bu konuda Prof. Dr. Burhan Kaçar, Prof. Dr. Süleyman Taban hocalar ve arkadaşları çok önemli çalışmalar yaptılar. Çalışma raporlarındaki öneriler ne oranda uygulamaya alındı bilemiyorum.
Arazinin yapısına ve yağışın dağılımıma göre gerekli önlem ve zarar azaltıcı çalışmalar yapılabilir. Eğimli alanlara sekileme, istinat duvarı, drenaj ve doğal bitki örtüsü yanında ağaçlandırma çalışmaları yapılarak toprak yerinde tutularak çay üretimi de yapılabilir, sellerde önlenebilir.
Sorun ve çözüm insan bilgisi ve bilinci ekseninde gelişmektedir. Önemli olan doğayı ve doğanın yasalarını ve bu yasaları ne oradan anladık ve de doğadan ne oranda sürdürülebilir bir eksende yararlanıyoruz sorularını cevaplayıp ona göre hareket etmemiz gerekmektedir. Son iki hafta içinde Karadeniz kıyı şeridinde yağışlar sonrası yaşanan felaketler daha öncede yaşandı. Anlaşılan yaşananlardan ders çıkarıp çözüm önerisi geliştirememişiz. Doğayı anlamadan kendimizi doğanın yaslarının üzerinde yer yüzeyinin hâkimi görür ve istediğimiz yere arsa yapar bina dikeriz. İstediğimiz yeri istediğimiz gibi eker biçeriz dersek olacağı bu ve benzeri manzaralar olur.