Yerel seçimlerden sonra yeni ekonomik önlemlerin uygulamaya konulacağı ve Nisan 2019 ayından itibaren yapısal reformların gerçekleştirileceği ekonomi yönetimi tarafından açıklandı. Bu önlemlerin içeriğini bu aşamada bilmiyoruz ama piyasada istikrar sağlamaya, güven vermeye, teknolojiye geliştirmeye, yerli ve yabancı sermaye için uygun bir yatırım ortamı sağlamaya ve teşviklerin reel sektöre yönelmesine dönük olmalarını bekleyebiliriz. Bu önlemlerin alınmasında oldukça geç kaldığımızı da söyleyebiliriz.
Ancak artık bu önlemlerin de yetmeyeceği ve olayları farklı bir anlayışla değerlendirmemiz gerektiği bir dünyada yaşıyoruz.
Konuyu biraz açalım. Dünyada ekonomik faaliyetleri düzenleyen kavramlar hızla değişmektedir. İkinci dünya savaşından sonra ortaya çıkan ve kabul gören iki kavram, serbest ticaret kurallarına dayalı küreselleşme ve demokrasi kavramları artık etkisini yitirmektedir. Bu kavramlara göre, uluslararası ticarette korumacılık kalkacak, üretim faktörlerinin yapısına uygun olarak bir ürünü en uygun koşullarla üreten ülke ihracatçı, diğerleri ithalatçı olacak, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) dış ticaret engelleri konusunda ortaya çıkacak anlaşmazlıkları çözecektir. Ticari alanlarda özgürlükler geçerli olacak, devlet müdahaleleri asgariye indirilecek ve ayrıca toplumsal yaşamda düşünce ve ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar geçerli olacaktır.
Bu kavramlar artık gücünü yitirmektedir. Serbest ticaretin güçlüyü daha güçlü yaptığı ve küresel bazda gelir dağılımını yoksullar aleyhine bozduğuna inanılmaktadır. Zaten korumacı önlemlerin de hiçbir zaman tam anlamıyla uygulanmadığı, farklı yöntemlerle devam ettirildiği görüşü hakim olmuştur. Böyle bir ortamda ise küreselleşmenin devamı da zor hale gelmiş, ulus devlete dönüş başlamış ve ticaret savaşları hız kazanmıştır. Demokrasi ve özgürlük kavramları da her ülkeye göre değişik anlayışlara yol açmış, ülkeler ekonomik, ticari veya askeri çıkarları gerektirdiğinde, demokrasi ve özgürlük kavramlarını hiçe sayan ülkelerle de her türlü ekonomik ve ticari ilişkiler kurmakta tereddüt etmemişlerdir.
Uluslar arasıilişkilerdeki bu temel değişikliğin ABD Başkanı Trump’la başladığı görüşü hakimdir. Doğrudur. Ancak değişen küresel şartların böyle bir ortamı yaratığı da unutulmamalıdır. Trump, bu şartları zorlamış, bölgesel veya küresel birlikteliklere son vermiş, ABD’nin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmaya özen göstermeye başlamıştır. Bunun için, daha önce düşünülemeyecek ikili ilişkilere yönelmiş ve ticaret savaşlarını başlatmakta tereddüt etmemiştir. Bunlar arasında, Çin ile ticaret savaşı, Trans Pasifik Anlaşması’ndan çekilmesi, Trans Atlantik Anlaşması’nı henüz onaylamaması, Kuzey Kore ile ilişki kurması,NAFTA Anlaşmasını değiştirmesi sayılabilir.
Dünya ekonomisinde hız kazanan bir başka değişim de, dış siyasetin giderek ekonomik ve ticari ilişkilerin temelini oluşturmaya başlamasıdır. SSCB’nin dağılmasından sonra ortadan kalkmış gibi görülen bloklar yeniden canlanmaya başlamıştır. Bu durum, bloklarda yer alan ülkelerin ekonomik kararlarını da etkileyecektir.
Söylemek istediğimiz şey, ülkemizin ekonomik yapılandırmayı planlarken, değişen dünya şartlarını mutlaka göz önünde bulundurması gerektiğidir. Bu bağlamda özellikle AB, ABD ve Rusya Federasyonu ile ilişkiler son derecede önemlidir. İhracatımızın yarısı Avrupa’ya yöneliktir. Doğrudan yabancı yatırımlarda ve dış kaynak temininde de bu ülkeler ilk sıradadır. Gümrük Birliği revizyonu için bu ülkelerle konuşulacaktır. ABD’nin ise , özellikle ekonomik büyümesinde dış kaynaklara bağlı ülkelerin ekonomilerini etkileme gücü bilinmektedir. Rusya, hem enerji ve hem de dış ticaretimizde vazgeçilmesi zor bir ülkedir. Elbette bu ülkelere, birlikte yaşadığımız, ekonomik ve tarihi ilişkilerimiz olan bölge ülkelerini de eklememiz gerekecektir.
Bir yandan egemenlik haklarımızı sonuna kadar korurken diğer yandan da dengeli bir dış politika ve karşılıklı çıkara dayalı ekonomik ve ticari ilişkileri kurmak ve sürdürmek mümkündür.