Refika BİRGÜL
Önümüzdeki hafta, Yerli Malı Haftası. Bundan birkaç yıl evvel ‘eski moda’ bulunan kavram, yeniden önem kazanıyor. Yerellik, turizmden tüketim biçimine ve beslenmeye kadar her alanda yükselişte.
“Yahu ne gerek var artık Yerli Malı Haftası kutlamaya? Kaldı mı ki yerli malı?” Sadece bir yıl önce, “Küreselleşen dünyada, çağdışı kalmış bir çaba ve düşünce!” diyebilirdi pek çok kişi… Oysa bugün oyunun kuralları değişiyor. Gelişim-tüketim eğrisi ya ciddi açı değiştirecek ya da kırılacak. Kıvırarak bu işten kurtulabilmesi pek imkanlı değil.
“Peki Refika sen burada yemek yazıyordun ne alaka?” derseniz, “Yaşanacak ekonomik sıkıntının hepimiz için çok önemi var ve işte tam da burada yereli anlama ve koruma anlamında yemeğin çok önemli bir rolü var” derim size.
* Turizmde yemek ilk sıralarda. Yöresel yemek ve lezzet turları gittikçe önemini arttırıyor. Bu yemekler de dünyanın her yerinde bulunan değil, o ülkeye özgü lezzetler oluyor.
* Atalık tohumlarını koruyabilmiş Kavlıca, Siyez buğdaylarının yetiştiği bölgeler ekonomiden bağımsız hasatlarını iyi fiyatlayıp değerinde satabilmeye başladı. Bugün gerçek Tosya pirinci kalmış olsaydı, baldonun 3 katı fiyata satılabilecekti.
* Yerli malı aynı zamanda Slow Food akımının da anlattığı gibi yerelliği temsil ediyor. Karbon ayak izi azalıyor, mevsimsellik ön plana çıkıyor, dolayısı ile sağlıklılık artıyor.
* Ekonomi daraldığı dönemlerde, önceliğin yakındakine verilmesi ve herkesin ellerindekini sonuna kadar değerlendirmesi gerekiyor. Diyelim mercimek hasadı o yıl az, pahalılaşsın, Kanada’dan ithal edilmesi yerine o yılın hasadı bol olup fiyatı daha uygun olan diğer bakliyata yol verilsin gibi… Böylelikle mağdur olan çiftçi azalır, taşıma vs. harcamaları da memlekete kalır.
* Tohum için yurtdışına para gitmemesi, çiftçinin bu topraklarda binlerce yıldır yetişen tohumlardan kullanarak ürün alması.
* Ürünler önce kendi memleketlerinde alıcı bulduğunda çaresizlikten hammadde olarak yurtdışına satılmaz. Mesela kuzugöbeği mantar, kilosu 40 TL’ye köylüden alıp Fransa’da kurutulup, ardından Sunset gibi bir restorana kilosu 400 dolardan satılmaz.
* İyi yemek yapmak ve bunu sunmak, yeni nesil şeflerin fark yaratması ancak ve ancak kendi kültürlerini bilmeleri ile mümkün olacaktır. Yeni dil geliştiren diğer sanatçıları anlamak, takip etmek de önemli. Mesela bir aşçının, mutfak ekibine Mercan Dede’nin 800 albümünden bir şarkı dinlettiğini hayal edin, göreceksiniz o köfte çok daha lezzetli ve karizmatik çıkacaktır.
Özetle yerelle öne çıkmak toplu bir kalkınma planıdır. Belki de 1. Dünya savaşından beri bunu yapabilmek için en doğru zamandır. Yerli Malı Haftası gastronomik açıdan büyük önem taşımaktadır.
Yerli Malı Haftası’yla ilgili çok hoşuma giden bir anekdot, Nazım Hikmet’in 1942’de açılan yerli mallar sergisinde kendisinin tasarladığı kumaşlar ile katılmış olması. Bursa cezaevinde geçimini sağlamak için bir dokuma tezgahı satın almış ve ipek pamuk karışımı Kaymakçıköy kumaşlarını dokumuş. Sergileri heyecanlı hale getirmek için dönemin sanatçı ve mimarları, özel stantlar tasarlayıp yaratıcılıklarını ve zekalarını kullanmışlar. Hepsi memleket daha çok ve kaliteli üretebilsin, hak ettiği refaha kavuşabilsin diye…
Bugün böyle bir sergi açmaya var mısınız?
İSKENDER KEBAP…
Sofistike konuşmaları bir tarafa bırakıp arkanıza yaslanın. Şöyle iyi tereyağı kullanılarak dışı çıtır, içi yumuşak pidesi ile, eti kekik kokan, dilim dilim İskender kebap mı, dünyanın en güzel pizzası mı sizi heyecanlandırıyor, düşünün. Eh cevap İskender’se, pidenin buğdayına, yoğurt ve tereyağını bize veren ineğe, eti kekik kokabilecek danaya da sahip çıkmak bizim elimizde. Yok ben pizzayı seçiyorum derseniz de yerel değerlerine sahip çıkmayanın fakir bir ülkesi olacağı için o pizzayı da bulamayıp, halimizin ‘ekmek yoksa pasta yesinler’e döneceği muhakkak…
www.hurriyet.com.tr