Arka bahçemizdeki kurbanlık koyun
Esin Şenol
Kızkardeşim ve ben arada iner, koyunun başını okşar gözleriyle temas kurmaya ve başına geleceklerin farkında olup olmadığını anlamaya çalışırdık…
Saat unutkanlıktır doğuda/zaman bile kendine gecikir/kendi yalanına inanır zaman/seni de inandırır.
Yaşamlarımızı başlatmak iradesinden yoksun oluşumuzu kavrayışımızla seyreden yaşamak serüvenimizde, sana ne yapacağı belli olmayan bir zamanı efendi kılmayı kim ister ki?
Bütün telaşımız zamanı, zamanlılığı unutmak içindir diye düşünürüm.
Kuzey Ege’de, Kaz dağlarının eteklerindeyim.
Sayısız işin askıda bırakıldığı bir turizm tatiline daha vesile edilen “kurban bayramı” nedeniyle, bir süre daha yoğunca çalışmam, çırpınmam gereken zamanlardaki tükenmişliğime önlem olarak, zeytin yeşiliyle bezenmiş dağların ağırbaşlılığına, telaşlı kuşların cıvıltısıyla aralanan sessizliğe sığınmaya geldim buraya.
Çocukluk yazlarımın geçtiği coğrafya burası ama ben çocukluk yazlarımdan sızan anılara karışamayacak kadar kırılganım şu ara.
Her nasılsa dün akşamüzeri yürüyüş yapmak için köye inerken, dağlarda otlamış koyunların dolmuş, şişmiş memeleriyle, kendilerini sağdırmak için bir ağıla doğru koşuştururken çıkardıkları seslere karışan boyunlarındaki çıngırak sesleriyle irkilerek arka bahçemizdeki kurbanlık koyunları anımsayarak anı’larla açılmış olan arama kısa bir ara verdim.
Üç kuşak bir arada yaşadığımız, melez bir kültürün hüküm sürdüğü bir evde büyüdüm.
Evimizde, beş vakit namazında, muradı biriktirmeye çalıştığı parasıyla hacca gitmek ve kendi kefen parasının yükünü çocuklarına bırakmamak olan ninem, annem-babam, kardeşlerimle ben yaşardık.
Ramazan aylarında, sahura kalkıp, kaynatılınca şişen kurutulmuş kayısı ve siyah üzümlü hoşafları kaşıklar, ninemin açtığı bazlamalara katık edilen yumurtalı, peynirli sofralarda uykulu gözlerimizi ovuşturur, kıkırdaşırdık.